Dolar 32,2081
Euro 34,8604
Altın 2.444,95
BİST 10.218,58
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 20°C
Az Bulutlu
Bursa
20°C
Az Bulutlu
Paz 16°C
Pts 18°C
Sal 19°C
Çar 21°C

Sen beni bilene sor

28 Nisan 2024 09:18
262
A+
A-

Şarkı dilime dolandı. İlk görüşte aşk buysa eğer, ilk dinleyişte tutuldum. Nakaratında ‘kartlarım hep açık’ diyor. Aha! Tam benlik. Ne faydasını gördüm peki? Eleğim sağlam. Kardeş tadında dostluklar kurdum. Şeffaf, sahici ve her daim yürek dolusu. Sahteyi, sistem otomatik eliyor. Beni bırakalım şimdi. Bize geçelim.

Eleğimizi nasıl sağlam tutacağımızın ilk adımını, Platon’un Mağara Alegorisi’nden kuracağımız köprü ile atalım.

Bir grup insan, karanlık bir mağarada zincirlenmişlerdir. Yüzleri duvara dönüktür. Arkalarındaki ateş, mağaranın duvarlarına yansıyan gölgeler üretir. Bu gölgeler, zincirlenmiş insanlar için gerçekliğin tek kaynağıdır.

Platon’a göre, insanlar hakikatin sadece gölgelerden ibaret olduğunu düşünürler. Ancak, bir gün birisi zincirlerinden kurtulup mağaradan çıkmayı başarırsa ve dış dünyayı görürse, hakikat algısı tamamen değişir. O kişi, gerçek dünyanın güneş ışığıyla aydınlanmış olduğunu ve gölgelerin yalnızca gerçekliğin yansımaları olduğunu fark eder.

Mağara alegorisi, insan algısının sınırlılığını ve felsefi arayışın önemini vurgular. Platon, gerçekliğe; dünyevi olmayan, değişmeyen ve evrensel formlarla ulaşabileceğimizi savunur.

Yaşamın anlamını irdelemeye başladığım yıllarda, yolum maneviyata çıktı. Anladım ki, beni ancak Soren Kierkegard’ın “Tanrı beni yaratmakla neyi kastetmiş olabilir?” sorusunun cevabı tatmin edebilir. Gerek ilmî derinliğiyle, gerekse ışık saçan duruşuyla kalbimi büyüleyen İlahiyat hocası Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, Varoluş Sancısı adlı kitabında şöyle diyor: “Allah’ı bilmek, varoluş gayesini bilmeyi gerektirir.” Ayrıca, biz insanların, yaşam sahibi her canlıya faydamızın dokunmasının önemini ve sadece insanlara faydası dokunan şeylerin yeryüzünde kalıcı olacağını belirtiyor. İnsana ve insanlığa yarar sağlayıp sağlamadığımız hususunda imtihan edildiğimizi söylüyor.

“Onlar, insan olma haysiyetinin, hakikate hakkını vermeyi gerektirdiğinin farkındadırlar. Zira, hakikatin insan üzerinde hakkı vardır.” diyor.

Tanrı’nın Gözbebeği İnsan kitabında ise insanın yaratılış amacını şu cümlelerle anlatıyor: “Allah’ın evreni, evrenin bir parçası olarak dünyayı ve içindeki her şeyi yaratmasında bir amacı vardır. İnsan bu amacın gerçekleşmesine yardım ettiği ölçüde anlam kazanır.” Sonrasında, İnsan-ı Kâmil’i tarif ediyor: “Mutluluğu, başkalarının yaşamına dokunmakta bulan insan.”

Kıssadan hisse; insanoğlunun mağaradan çıkabilmesi ancak varoluş amacını bir üst amaca yani aşkın olana dayandırmasına bağlı. Yaşamın anlamı, potansiyelimizi yaratılış amacımıza uygun şekilde gerçekleştirmekte saklı.

Bizler, Tanrı’nın eli görevini üstlenip, içinde kısıtlı bir süre barınacağımız geçici yuvamıza, kalıcı güzellikler katmakla mükellefiz. Böylece, hem içimizdeki karanlık, hakikat ile aydınlanacak hem de dünya ışıyacaktır.

Hayat yolculuğumuzu bu istikamette sürdürürken, Allah’ın eli sırtımızda duruyor. Bizi koruyor. Çünkü, Tanrı kendine hizmet eden kullarının yanındadır. Dolayısıyla, sistem, bu hizmete ters düşecek insanları yani mağarasından çıkamayanları elemine ediyor. Eleğimiz sağlamlaşıyor. Hayata değer katmak isteyen ‘doğru’ insanlarla yolumuzu birleştiriyor. Işık büyüsün diye.

The Bucket List (Şimdi Ya Da Asla) filminde, Morgan Freeman bir anektod paylaşır: “Eski Mısırlıların ölüme dair güzel bir inançları varmış. Ruhları cennetin kapısına vardığında, Tanrı onlara iki soru sorarmış. Kabul edilip edilmeyeceklerini cevapları belirlermiş. Hayatında mutluluğu buldun mu? Senin hayatın başkalarına mutluluk getirdi mi?”

Sabahın köründe, henüz gün ağarmadan yürüyüşe çıkarım. Sokak lambalarının hâlâ yandığı o fecir vaktinde. Yürürken, yazımda bahsettiğim ve benzeri konuları düşünürüm. Bazen, denizi seyrederken tefekkür ederim. Günün en güzel saatidir o buluşma anları.

Bir sabah, dünyanın düzenine biraz sitemkâr halde yürürken, başım istemdışı yandaki duvara çevrildi ve durdum. Beyaz duvarın üstündeki çiçekler “sevgi” dedi. “Sorduğun sorunun yanıtı sevgi.” Yürüyüş sırasında aklımdan şu geçiyordu: “Yaratma eylemini neden seçtin?” Sadece insanı, dünyayı, evreni değil. Ayrıca, bir eylem olarak ‘yaratma’ fillini.

Cevaplar, biz onları duymaya hazır olduğumuzda geliyor.

Dünyada yeterince sevgi kaldığına inanmıyorum. Kendi adıma en çok buna üzülüyorum. İçimde insana dair çok şey koptu gitti. Kalp atışlarımı zor duyuyorum bazen. Mağaramdan çıkıp yüzümü güneşe döneli çok oldu. Tanrı’nın beni yaratmakla neyi murat ettiğini biliyorum. Yalnız arada sırada, insan yanım beni yine mağaraya götürüyor. Ne yalan söyleyeyim, karanlıkta kalabiliyorum. Öyle anlarda, ışığı yakabileceğimin bilinciyle yoluma devam ediyorum.

“İçimi açtım sana. İçini açmak için.” der Birhan Keskin, dizelerinde.

Hani nadiren de olsa, bir insanla göz göze geldiğinizde aranızda sadece ikinizin anlayabileceği sessiz bir dil oluşur. Ona içinizi açabileceğinizi anlar ama duraksarsınız. Çünkü, gündelik hayatta hiçbir şeyiniz değildir. Oysa, onun bakışlarında özel bir şey keşfetmişsinizdir. Dışarıdaki insanların çoğundan ayrı bir şey. Bir ışık. Bir ılıklık. Size içinizi açma dürtüsü veren bir yakınlık belki. Gerçek bir şey. Onun içini görmek istersiniz. Sonra, aynı hızla kendi içinize geri dönersiniz.

Mağaradan çıkışınız sancılı olmuştur, çünkü. Güneşe döndürdüğünüz yüzünüzü başka bir yöne çevirmekten korkarsınız. Onda bulduğunuzu, onu tanıdıkça kaybetmek korkusudur bu. Ya yanılıyorsam, çelişkisidir. Eleğiniz sağlamdır. Onunla kısacık bir ânlığına paylaştığınız o sessiz dil, büyüsünü yitirmesin diye, içiniz içinizden ona doğru çıkamaz.

“Yükü taşıyabiliyor olmanız, ağırlık yapmadığı anlamına gelmez.” Hayatınızda ekstra bir ağırlığa tahammülünüz kalmamıştır. Yolunuza eşlik etmeye gönüllü insanlarla yürümek, yükünüzü hafifletir. O kişi, bu kişi midir, zamana bırakırsınız. Daha ne diyeyim? Yazının sonuna geldim. Bir dahakine görüşmek üzere.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
6 Mayıs 2024 12:46
1 Nisan 2024 17:14
3 Nisan 2024 00:15
22 Nisan 2024 22:10
5 Nisan 2024 08:35
29 Nisan 2024 08:00
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.