Kintsugi ve Kitapçı Amca
İlkokuldaydım. Sınıf gezisine, yeni açılan epey büyük bir kitapçıya gittik. Hatırlar mısınız, çocukken biz kızlar için kıyafet giydirme kitapları vardı. Birbirinden güzel kağıt giyisileri kesip kesip kağıt bebeklere giydirirdik. Kitapçıda onlardan görünce nasıl sevindim. Tabii, her mutluluk gibi kısa sürdü. Unutmuşum, yanıma para almamışım. “Amca, babam gelip sana öder.” dediğimi hatırlıyorum. Öğretmenim hiç mi farkına varmadı acaba? Herkes bir şeyler alırken, benim kitapçı amcaya ‘lütfen’ dediğimi, eli boş döndüğümü.
O gün, henüz sadece küçük bir çocuk olan bende derin yara açmıştır.
Ben, şanslı bir çocuktum. Her anlamda. Maddi imkânları geniş bir aileden geldim. Yokluk bilmem. Şımarıklık da bilmem. Babam, kendi yaşayamadığı ne varsa önümüze fazlasıyla sundu. Sevgiyi de. Çok sevildim. Sevgisinin büyüklüğü belki, belki babamın duygu yüklü dünyası, bize varlık içindeyken bile başka pencereden bakabilmeyi öğretti.
Anlattığım bu kitapçı olayı, yetişkinliğime damga vurdu diyebilirim. İnsan, küçük yaşta yerleşen bazı hislerin ağırlığını unutmuyor. Bir gün mutlaka o ağırlıktan kurtulmanın yolunu arayıp buluyorsunuz.
Gönüllü çalışmalara başladım. Yaşamın anlamını ‘vermekte’ keşfettim. Köylü kızlarıyla, terör mağdurlarıyla, mültecilerle, yetimlerle, dullarla başka bir yolculuğa çıktım. Olmam gereken kişiyi, yani asıl beni, gittiğim yolda buldum.
Japonların ‘kırıldığımız yerden dönüşerek, eskisinden daha güzel hale gelmeyi’ anlatan felsefesini duymuşsunuzdur. Kintsugi. Rumi’nin “Işık, yaradan sızar.” sözünün başka bir versiyonu. Hatta, Hemingway bile benzerini dile getirir. “Dünya, herkesi kırar ve bazıları kırılan yerlerinden güçlenir.” der.
Hayat, sızlanmak için çok kısa. Dümeni ele almak ise tek mantıklı çözüm.
Kırıklarımızla, yaralarımızla ne yapacağımız bizim seçimimiz.
Oğluma birkaç gündür ‘tekamül’ü anlatıyorum. Yolun, kendinden kendine olduğunu. Bugün üzüldüğü ne varsa, yarın onu dönüştürüp bambaşka bir adam ortaya çıkaracağını. Ve biliyorum, ben ne desem şimdilik fayda etmiyor. Çünkü, insan canı yanarken anlamaz. Çünkü, yaşadıkça öğrenecek. Hepimiz öyle öğrenmedik mi? Biz yetişkinler dahi, dün öğrendiğimizi bugün unutabiliyoruz. Hayat, yeniden hatırlatıyor.
Taşıdığım yük ağır geldiğinde, bazen şöyle diyorum, ‘Benim yüküm Allah’a ağır gelmez. Ben dert edeceğime Allah’a bırakayım.’ Bu içsel motivasyonu her seferinde yakaladığımı söyleyemem. Kendi kendimi şarj etmek kolay olmayabiliyor.
Öyle anlar gelir ki, bize elini uzatacak birine ihtiyaç duyarız. Bugünlerde o haldeyim. Elimi uzatıyorum. Kimse var mı?
Yardım istemek acziyet değildir, sevgili okuyucu. Aksine, narsizm ‘ben, bana yeterim’ cümlesini sever. Çoğu şeyi, tek başımıza hallettiğimizi sanırız. Gururumuzu okşayan bir bakış açısıdır bu. Böylece, güya ne kadar güçlü olduğumuzu fark ederiz. Oysa, gerçek gücümüz, yüreğimizi açıkça ortaya koymaktan gelir. İçimizi çekinmeden açabilmekten.
Karşımıza muhakkak kitapçı amcalar çıkacaktır. ‘Lütfen’ dediğimiz halde, elimiz boş döneceğiz. Yine de elimizi uzatmaya devam. Bir tutan bulunur elbet. Bulunur mu dersiniz?
Ne de olsa, ‘Umut, uyanık adamın rüyasıdır.’