Sabahları erken kalkar, ev halkı uyanmadan kahvesini içerdi. Sessizliği severdi, ama son zamanlarda o sessizlik bile içindeki karmaşayı susturamıyordu.
İş yerinde hep güçlü görünürdü. Soğukkanlı, çözüm odaklı, kontrollü. Ama ne zaman biri eleştirse, içinde ince bir öfke yükselirdi. O an fark etmese de, akşam eve geldiğinde kızının küçük bir hatasına gösterdiği büyük tepkide patlak verirdi o biriken duygu. Sonra gece olur başını yastığa koyar koymaz “Ben niye böyle davrandım?” sorusu çöküverirdi üzerine.
Kendine bile itiraf edemediği şeyler vardı. Belki yorulduğunu kabul edemediği için öfkeliydi. Belki anlaşılmadığını düşündüğü için sesi bu kadar yükseliyordu. Ama bunların hiçbirini henüz tam olarak bilmiyordu.(1.durak)
Bir sabah, kızı gözlerinin içine bakıp;
“Baba, sen beni sevmiyor musun!? bana böyle bağırınca sanki artık beni sevmiyorsun gibi oluyor.” deyince
kelimeler bir kurşun gibi yüreğine saplandı.
İşte o an, o ilk çatlak oluştu.
Yıllardır inşa ettiği “ben böyleyim” duvarı, o küçük cümlede sarsıldı.
O günden sonra bazı şeyleri fark etmeye başladı.(2.durak)
Bir arkadaşının sessiz kaldığı bir anda içsel olarak neden gerildiğini anlamaya çalıştı.
Toplantılarda kendini savunma ihtiyacının altında neyin yattığını merak etti.
Bir yerde okumuştu..
“Her öfkenin altında karşılanmamış bir ihtiyaç vardır.”
Bu cümleyi cebine koydu.
Derinlerde ne olduğunu merak ederek zamanla kendini dinlemeyi öğrendi. Kolay değildi bunu yapmak..
Kendi sesini duymak, geçmişten gelen öğrenilmişliklerle, mutlak doğru sandığı kendi doğruları, inançlarıyla karışıyordu sesi.
Ama durdukça, sustukça, hislerine yer açtıkça… yeni bir şey olmaya başladı.
Artık tartışmaların ortasında durup nefes alabiliyordu.
Eskisi gibi her sözü kişisel almıyordu.
İş yerinde biri onun fikrini geçersiz kıldığında, sessiz kalmayı başarabiliyordu.
Orada tam olarak kendinde ve karşısında neler olduğunu farketmeye başladı.
Ve düşündü; “Bu onun tarzı. Ben kendimi ifade ettim,bu kadar.”
Bir tartışmada önemli olan kazanmak değil, karşı tarafın hislerini anlamaktı.
O an kendini ilk kez güçlü hissetti, ama bu defa öfkelenmeden, bağırmadan, içsel savaş yaşamadan. (3.durak)
Bu bilinçle ilerlemeye devam etti. Arada düştü sonra tekrar kalktı.. Günün birinde hayatında önemli bir yeri olan bir arkadaşının ona söylediği ağır bir sözü işitti.
İçinden yükselen ilk tepkiyi tanıdı… sonra bıraktı..
Arkadaşına “Sanırım bugün zor bir gün geçiriyorsun,” dedi.
Artık kendi ve başkalarının duygularını anlamaya başladığı yerdeydi.
Bunu nasıl yaptığını bilmiyordu.
Zihninden geçmedi bile…
Sadece kalbinden geldi.
Ve o anda anladı:
Artık bazı şeyleri düşünerek değil, kalpten hissederek yapıyordu.(4.durak)
Bu bir yolculuktu.
Öfkeyle başlayan, farkındalıkla şekillenen, şefkatle olgunlaşan…
Ve sonunda içgörüyle akan bir yolculuk.
Hâlâ yürüyordu..
Ve hergün kendine biraz daha yaklaşarak..
Bu hikayedeki öğrenme aşamaları:
(1.Durak:Bilinçsiz Yetersizlik
2.Durak:BilinçliYetersizlik=Farkındalık
3.Durak:Bilinçli Yeterlilik
4.Durak:Bilinçsiz Yeterlilik=Ustalık)
2.Durak Kişinin kırılma noktası, farkındalık bu noktada başlıyor ve Koçluk burada devreye giriyor. İlk başta bir profesyonel olarak değil, içsel bir çağrı olarak“Bir şeyleri değiştirmeliyim ama nasıl?”
Sonrasında bu kişi kendi duygularını gözlemlemeye başlıyor.
Koçluk süreci burada bir alan açıyor:
•Duygularıyla temasa geçmesine,
•Otomatik tepkilerinin altındaki ihtiyaçları keşfetmesine,
•Geçmişten taşıdığı kalıpları fark etmesine,
•“Ben böyleyim” inancını esnetmesine, davranış değişikliğine yardımcı oluyor.
Ve yolculuk ilerledikçe, kişi dış dünyadaki çatışmaları daha az kişiselleştirmeye, kendi içinde daha geniş bir yerden bakabilmeye başlıyor. Böylece değişim ve dönüşüm yolculuğu başlıyor.
İşin aslı Hikayenin bittiğini sandığımız yerde yaşam yeniden başlıyor…