Dolar 32,5023
Euro 34,9545
Altın 2.429,94
BİST 9.805,27
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 22°C
Az Bulutlu
Bursa
22°C
Az Bulutlu
Cum 23°C
Cts 16°C
Paz 18°C
Pts 19°C

Ütü Masası

8 Ocak 2021 14:30
382
A+
A-

Ütü masasında bir kadın ve rakı sofrasında bir balık. Balık ölü gözlerle boşluğa bakıyor ve elindeki rakı kadehinden bir yudum alan adam da çatala balığın bir parçasını takıp ağzına götürüyor. “İyi ki gelirken bir ufak almışım, yoksa mundar gidecekti” diye de çirkin bir hırıltıyla aklı sıra espri yapıyordu. Ütü masasındaki kadın da sabah işe giderken yıkayıp balkona astığı çamaşırları toplayıp iç çamaşırları çekmecelere itinayla yerleştirip ütülenmesi gerekenleri de naylon seleye doldurup yavaş yavaş ütülüyordu. Bir yandan da yıllardır içinde büyüttüğü öfke ve tiksinti ile rakı masasındaki bu insanımsıya bakıyordu. “Zıkkım olsun” demek geldi içinden ama değmezdi bu insanımsıya bunları söylemek. Anlamayacaktı çünkü her zaman olduğu gibi. Bir hışımla elindeki gömleği bitirip diğerine geçti. Daldı gitti yine derinlere.

Yine içindeki isyan hortlamış ve dünyada herkesten çok sevdiği babacığı niye erkenden ölmüş, çocuk yaşta yetim kalmıştı. Annesi de ağabeyini ve kendisini bir başına büyütmeye çalışmış, kah varlıklı evlere temizliğe gitmiş, kah fabrikalarda çalışarak hem anne hem de baba olmaya çalışmıştı. Ama yaşadıkları varoşlarda uyuşturucu satıcılarının ilk hedefi babası olmayan oğlan çocuklarıydı. Hemen musallat olurlar, önce alıştırırlar sonra da satışta kullanırlardı. Ne hazindir ki ağabeyi de bu amansız tuzaktan kurtulamamıştı. Sürekli hapse girip çıkıyor ve hayatını karartan soysuzların elinden kendisini kurtaramıyordu.

Annesi çaresizlikten ortaokulu bitirdikten sonra iyi kalpli bir ablanın eşinin fabrikasına işçi olarak sokmuştu kendisini. Babasının ölümünden daha da ağır geldi okulu bırakmak. Babasını Allah almıştı ve ona karşı gelinemezdi. Ama okulu bırakmak kendisine yapılmış en büyük insanlık suçuydu.  Ama ağabeyinin durumu ortadayken ve annesi de sürekli hastalanırken başka seçeneği de kalmamıştı. Üç vardiyalı fabrikada işçi olarak çalışmaya başladı. En azından annesi daha az yorulmaya başlamıştı ve annesine lazım olan ilaçları kendi sigortasından yazdırabiliyordu SSK’daki doktor ablaya.

Dünyanın ve doğanın kuralları yavaş yavaş kendisini göstermiş ve genç kız olmaya başlamıştı. İlk regl anında çok şükür ki evdeydi ve annesine korkarak sarılmış, ürkek bir gözyaşı seline boğulmuştu. Hem korku hem de genç kız olmanın gururu vardı bu gözyaşlarında. Vücudu şekillenmeye ve yavaş yavaş dikkat çekecek kadar güzel bir kadın olmaya başlamıştı. Tabii ki ilk dikkati fabrikada çekmişti. Hele o sigaradan sararmış ve bok rengine dönmüş bıyığı, pis göbeğiyle ustabaşının yanından geçerken sürtünmesi, sürekli şehla gözlerini devirerek bakması mide bulandıracak duruma gelmişti. Bir de mahalleye gidip gelirken gençlerin laf atmaları vardı. Ama işte bu güzel geliyordu. Mahallenin gençlerinin önünden geçerken şöyle bir başına yana atıp saçlarını savurması ve göğüslerini dikleştirerek yürümesi tanımlayamadığı bir haz veriyordu. Sigaraya da başlamıştı çevreye uyarak. Fabrikadaki en yakın arkadaşı Fatma ablası ile hafta sonları sinemaya da gidebiliyordu. En çok da Türkan Şoray’la Kadir İnanır’ın filmlerine bayılıyordu. En çok sevdiği şarkı da Alpay’ın Fabrika kızı’ydı. Bazan mırıldanırdı evde temizlik yaparken “Gün doğarken her sabah bir kız geçer kapımdan köşeyi döner kaybolur başı önde yorgunca”. Ve annesinin sessiz hıçkırıklarını duyunca söylemekten vazgeçer ve susardı.

Ustabaşı denilen yaratık uzaktan bakmaları bırakmış, geçerken kazara sürtünmelerden açık açık tekliflere geçmişti. “Seni yardımcım yapayım, ev de açayım sana” deme şerefsizliği bıktırmıştı. Ağabeyine söyleyemiyordu, zira hapisteydi ve en az on sene yatacaktı. Annesi de çok hastaydı, kıyamadı, sustu. İçine atmaya başladı. Ama arkadaşı Fatma ablası her şeyin farkında, olgun bir kadındı. Tüm iyi niyetiyle “bak” dedi. “ Bu heriften kurtulmanın iki yolu var. Ya işten ayrılacaksın ya da evleneceksin. İşten ayrılırsan hem emekliliğin yanar, hem de bu devirde iş bulmak çok zor.” Benim herifin işyerinde biri var. Hali vakti kötü değil. İlk hanımından çocukları olmadığı için ayrılmış, eli yüzü de düzgün. Masrafın da olmaz düğün için. Hazır eve gelin gidersin.”  Böylece zaman içinde işte bu rakı masasındaki insanımsı ile evlenmişti.

İlk yıllar fena gitmemişti evliliği. Ama çocukları olmuyordu bir türlü. Gitmedikleri doktor kalmamıştı. Tüm doktorlar kendisinin çok sağlıklı olduğunu ama kocasının çocuğunun olmasının tıbben imkansız olduğunu söylemelerine rağmen bu insanımsı yaratık kabullenememişti bu durumu. İyice içkiye vermiş kendini ve saldırgan biri haline dönüşmüştü. Hele kaynanası olacak gudubet karının lafları yenir yutulur gibi değildi. Ama  emekliliğine daha çok vardı ve katlanmak zorundaydı. Ağabeyi de hala hapisteydi. Arada bir ziyaretine gidiyordu. Bir mucize olmuş, ağabeyi uyuşturucu illetinden kurtulmuş, namazında niyazında bir insan haline gelmişti. “Sabret bacım” diyordu. “Yakında af çıkacak, o zaman boşarsın bu herifi, bacı kardeş yaşarız. Anamın mezarını da yaptırırız.” Bir sene önce de anneciğini de kaybetmişti. Yakalandığı ince hastalıktan kurtulamamıştı.

Gene başladı insanımsı yaratık… “Ulan soyum kuruyacak be. Bir oğlan doğuramadın. Hay senin gibi karıya.” “Ohhh dedi içinden iyi ki olmadı çocuk. Senin dölünden ne olurdu ki? Soyuna sopuna sıçayım.”  Düşündü yine, “bu insanımsı yaratık birazdan üstüme çıkacak ve olmayan erkekliğiyle bana tecavüz etmeye çalışacak” O pis nefesi, iğrenç kokusu çekilecek gibi değildi. Her akşam yaptığı numarayı yaptı yine. “Daha vakit erken, elimdeki ütüler bitsin. Daha balık olduğu gibi duruyor, içmemişsin bile. Hadi bir fondip yap. Senin gibi adama koymaz bu kadarcık rakı” Her akşam tutardı bu numara. Dolduruşa gelir rakının dibini görür, masada zıbarırdı. En zor olanı da hayvana dönmüş bu bedeni sürükleyip yatağa yatırmaktı. Ama sabah olup da “Gece ne kadar da azgındın” diye için için alay edip bu insanımsıyla oynamak yok mu güne iyi başlamasına yardım ediyordu.

Altı ay daha dayanabildi bu insanımsıya. Sonunda ağabeyi aftan çıkmış ve hemen boşanmıştı. Ağabeyinden korktukları için itiraz dahi edememişlerdi. Bacı kardeş çocukluklarını yaşayamadıkları gibi gençliklerini de yaşayamamışlardı. Ama ömürlerinin geri kalanını birlikte huzurla bitirdiler. Annesinin mezarını da yaptırdılar. Emekli olduktan kısa bir süre sonra ağabeyini de kaybetti.

Son görevini yapıp mezarlıktan evine dönerken yine Alpay’ın şarkısını mırıldanıyordu gözleri yaşlı;

“Fabrikada tütün sarar sanki kendi içer gibi

 Sararken de hayal kurar bütün insanlar gibi.

Bir evi olsun ister bir de içmeyen kocası,

 Tanrı ne verirse geçinir gider, yeter ki mutlu olsun yuvası.

 Oysa yatağında bile bir gün uyku göremez,

 İhtiyar anası gibi kadınlığını bilemez.”

Gün batarken her akşam bir kız geçer kapımdan

Köşeyi döner kaybolur başı önde yorgunca.

 

 

 

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
3 Ağustos 2021 15:51
24 Ağustos 2021 08:14
7 Eylül 2021 08:47
29 Nisan 2021 17:12
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.