Dolar 32,5869
Euro 34,7988
Altın 2.513,75
BİST 9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 16°C
Hafif Yağmurlu
Bursa
16°C
Hafif Yağmurlu
Cts 21°C
Paz 22°C
Pts 26°C
Sal 26°C

Tohumda Sevgi, Tarlada Sevgi

14 Şubat 2021 23:09
403
A+
A-

1980’li yılların ikinci yarısı. O yıl ilk kez dolu rizikosuna karşı sigorta yaptığımız Antakya Samandağı ilçesindeki Eriklere felaket dolu yağmıştı. Gerekli hasar tespitlerini yaptırdım ve Antakya Acentelerimizle de diyalog kurarak yerel basını da organize ettirdim ve yanımda yardımcım ve bir bavul dolusu parayla yola çıktık. Gençliğin verdiği cesaretle yanımızda bir tabanca ve bir bavul para Adana’dan Antakya’ya gitmek bugünkü aklımla çılgınlıktan başka bir şey değildi.

Bu fikrimi önce benden iki yaş büyük olan ve çok dinamik bir kişiliğe sahip Genel Müdürüme söyledim telefonda. “İlk kez Antakya’da dolu rizikosuna karşı sigorta yaptırdık, şansımıza o yıl da dolu yağdı. Bu zararı fırsata çevirebiliriz” dedim. “Yerel basını da toplarız bir köyün meydanına, civardaki bütün köylerdeki zarar gören çiftçileri de çağırır, tek tek hasar tazminatlarını öderiz, böylece büyük reklam olur.  “Samandağı Banka müdürünü de alın yanınıza” dedi ve önerimi çok yerinde buldu. “Zaten hep böyle aykırı fikirler genellikle ikimizden çıkardı. Zaten Bölge Müdür olmam da çok ilginçti. Sigortacılıkta çok şey öğrendiğim bölge müdürüm emekli olmuş ve ben bölge müdür yardımcısı olarak bölge müdürlüğümüzü yönetiyordum. Bu arada genel müdürümüz de emekli olmuş ve yerine bu genç ama çılgın adam genel müdür olarak getirilmişti. Merhum Özal’ın prenslerinden olduğu söyleniyordu. Göreve geldiğinin dördüncü günü Adana bölgeyi ziyaret etmek istemiş ve üç genel müdür yardımcıları ve hasar müdürü ile Adana’ya gelmişlerdi. İlk gün ayarlanan randevular gereği Çukobirlik Genel Müdürü ziyaret edildi ve geri kalan iki gün boyunca bölge müdürlüğümüzde toplantılar yapıldı. İkinci günün sonunda “Neden hala müdür yardımcısısınız, bölge müdürlüğünüz neden verilmedi” diye sordu.

Uzun bir sessizlikten sonra kimseden cevap gelmeyince bana baktı ve çekinmeden cevapladım. “Saçlarım beyazlamıyor, dökülmüyor da ve boynum da eğri değil, yani çok da ağırbaşlı biri değilim. Bir de siyasi nüfuzum da yok” deyince gülümsedi anladığını belirten bir ifadeyle. “Yarın sabah saat dokuzu beş geçene kadar asaleten atamanız gelecek. Eğer gelmezse bana telefon edip hesap soracaksın” dedi ve böylece sigorta sektöründe Adana’da ilk kez Adanalı biri bölge müdürü oluyordu ve çok da genç sayılacak bir yaşta.

Çılgın ve tehlikeli bir fikirden hareketle sabah erkenden yola çıktık, Antakya’da acentelerle buluşup Samandağı’na geçtik banka müdürünü de alıp belirlenen köye gittik. Antakya, güneyin en ilginç ve muhteşem kentlerinden birisidir. Kentte Türk ve Arap halkıyla birlikte Hıristiyan nüfus iç içe yaşamayı başarmıştı. Samandağı da muhteşem bahçeleriyle çok güzel bir coğrafyaya sahip çok güzel bir ilçeydi. Köy meydanında muhtar ve gerek bu köyden gerekse civar köylerden gelen onlarca çiftçi ile tek tek tokalaşıp köyün meydanına kurulan masanın üzerine gerekli evrakı ve bir bavul parayı koyduk. Adını okuduğumuz çiftçi gelip imzayı atıyor ve hasar tazminatı basın önünde fotoğraflar çekilerek ödendi. Nihayet son ödeme de yapıldı ve evrak çantaya konuldu. Son ayranlarımızı da içip dönüş hazırlığına başladık.

Bu arada bir kenarda başında kasketi ve elinden hiç düşmeyen sigarası ile bir adam dikkatimi çekmişti. Kara kuru, takriben yetmiş yaşlarında herkesin aşırı saygı gösterdiği bu adam yanımıza geldi “Hadi bakalım müdür, iki lokma yemek yiyelim” dedi. “Uzun sayılacak bir yolumuz var, bir an önce dönelim, teşekkür ederim” dedimse de dinlemedi. “Bak müdür” dedi,  dikkatin çekti, farkındayım. Bir tek ben para almadım, çünkü sigorta yaptırmadım. Para alsaydım zaten yemeğe davet etmezdim, sen de gelmezdin. Şimdi buradan benim yemeğimi yemeden bir duble rakımı içmeden gidersen ben bütün Samandağı’na madara olurum. Emin Ağa’nın yemeğini yemediler diye beni tefe koyarlar.”

O kadar ısrardan sonra çaresiz o önde biz arkada gitmeye başladık. Yaklaşık bir saat sonra öyle bir yere geldik ki, kartpostallardan çıkma sanki. Neredeyse güneş görünmüyordu ağaçların sıklığından ve pırıl pırıl bir dere. Kenarında suni bir havuz ve alabalık.

Antakya’nın kendisine özgü muhteşem mezeleri, kiremitte alabalık ve bir yetmişlik. “Yola gideceğiz falan” dedimse de başladık içmeye. Her zamanki dikkatimle yudum yudum ve az miktarda içmeye ve o muhteşem sofrada gördüğüm her şeyi yemeye başladım. Yarım saatte yetmişlik bitmiş ve ikincisi gelmişti. O kara kuru adam öyle güzel içiyordu ki yetişebilene aşk olsun. Rakı sofrası muhabbeti sever ya o kadar da tatlı sohbeti vardı. Yarı Arap yarı Türk şivesiyle konuştukça etrafı neşeye boğuyordu. Söz bir ara sevgiye, aileye ve çocuklara gelince o neşeli adamın suratı düşmeye başladı ve bir hüzün kapladı.

“Müdürüm” dedi, “şu anlatacaklarımı aklının bir kenarına yaz ve hayatın boyunca unutma. Bu yörenin en zengin ağasıyım. Aksi, nalet herifin de tekiyim. Pek kimse sevmez beni, çünkü herkesin yüzüne iyisini kötüsünü söylerim. Arkadan konuşmam, gerektiğinde adamın yüzüne söverim. Ben gençken komşu köyden bir kızı sevdim, karım da bizim köyden bir delikanlıyı seven amcam kızıydı. Sevdiğim kızı bana almadılar, sevdiği oğlana amcam kızını vermediler. Mal mülk bölünmesin diye bizi zoraki evlendirdiler. Karşı gelemeyecek kadar gençtik ve törelere de karış durulamıyordu. Daha askere bile gitmemiştim. Zamanla üç oğlum oldu. Şimdi her biri koca adam ve birbirlerine kanlı katil derecesinde düşmanlar. Birbirlerini gördükleri yerde ateş ediyorlar. Bu yüzden malın bir kısmını kendime ayırdım ve her birine bir köy verip üç ayrı köye yerleştirdim.  Niye oğullarım birbirlerini hiç sevmiyor ve düşmanlar diye yıllarca kafa patlattım ve sonunda gerçeği buldum.
Niye mi?
TOHUMDA SEVGİ YOK, TARLADA SEVGİ YOK. ÜRÜNDE SEVGİ OLUR MU?
Geç de olsa anladım ki sevginin olmadığı yerde biten ot acı olurmuş, O yüzden ister dinle istersen dinleme, ama yarın çocukların büyürse onları sevdiklerine ver. Severek yuva kursunlar.”

Sanırım o kara kuru Emin Ağa’yı dinledim ve kızlarımı istediklerine verdim ki yuvalarında mutlu olsunlar.

Umarım öbür tarafta sevdiğine kavuşmuşsundur Emin Ağa, ışıklar içinde yat.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
17 Nisan 2021 14:03
7 Haziran 2021 12:58
9 Mart 2021 11:49
16 Temmuz 2021 09:22
19 Eylül 2021 09:57
27 Haziran 2021 09:27
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.