Dolar 32,5490
Euro 34,8241
Altın 2.439,12
BİST 9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 26°C
Az Bulutlu
Bursa
26°C
Az Bulutlu
Per 21°C
Cum 23°C
Cts 19°C
Paz 20°C

Aşkın Çaresizlikle İmtihanı-1

20 Ocak 2021 11:42
378
A+
A-

Askerden gelir gelmez bir işe girmiş ve çalışmaya başlamıştı.  Çok sevdiği bir akrabası bu şirkette çalışıyordu. Bir gün bu ablasının yanına gezmeye gitmiş, her zamanki şakacı tavırları, yüksek sesle konuşma alışkanlığı ablasının müdürünün dikkatini çekmiş ve bu bıçkın delikanlıyla tanışmak istemişti. İki gün sonra alınan randevuya gitmiş ve Şirket müdürü ile iki saat havadan sudan konuşmuşlar ve müdür öğle yemeğine götürmüş, yemek sonrası kahve içerlerken “Bizim şirkette çalışmak ister misin” diye sormuştu. Hayatında hiç karşılaşmadığı bu sektörde ne yapabilirdi ki? Ama işe öyle ihtiyacı vardı ki hemen  kabul etti. Askerliğini  yapmış, olgun olması gereken bir delikanlı gibi değil de saf bir çocuk gibi sordu ; “Hiç bilmediğim bir sektör, bana öğreteceksiniz değil mi?” Bu içten delikanlıya kanı kaynamıştı müdürün. Nasıl kaynamasın çocuğunun ismiyle aynı isimdeydi ayrıca. “Seni ben bir numara  yapacağım. Yeter ki benim sözlerimden çıkma.”  İşte bir tesadüf sonucu bu geleceğin en önemli hizmet sektörüne ilk adımı atmıştı. “Ha”  dedi müdürü, “Üniversiteyi yarım bırakıp askere gitmişsin. Merak etme bu ülkede çok sık af çıkar, ilk afta tekrar başlayıp üniversiteyi bitireceksin.” Böylece söz kesilmiş oldu. Her zaman kendi kendine söylediği gibi “Tanrı vergisi “ zekasını bundan sonra daha olumlu kullanıp mesleğinde ilerleyecek ve ailesine daha fazla katkıda bulunabilecekti.

Yorgun bir hafta sonunu akşam bir bira içip sonra da Sun sinemasında Yılmaz Güney ile Fikret Hakan’ın oynadığı bir filmle noktalamayı düşünüyordu sabah mahmurluğu ile yatağında sabah keyfi yaparken.  “Canım ağabeyim, canım ağabeyciğim” diye gülerek içeri gelen teyze kızı Fulya’ın sesiyle doğruldu. “Hayırdır kız, yine ne işin var” diye gülerek sordu. Çünkü ne zaman bir işi düşse hemen “ağabeyim” diye gelir, kandırıverirdi. “Ya, geçen sene okulu bırakan sınıf arkadaşım Fatma’nın bugün nişanı var. Annem tek başıma göndermiyor. Sen götürürsen bırakır. Lütfen ağabeyiiim. Nişan nasılsa gündüzdü. Akşamki planlarını bozmayacaktı. Kırmadı teyze kızını, “Tamam kız,  bir saat sonra gelirim” dedi. Fulya gidince kalkıp, bir tıraş oldu, giyindi. Şöyle bir aynaya baktı, kendi kendine şöyle bir havalandı. Hemen karşıdaki evde oturan teyze kızını aldı ve doğru nişan yapılacak salona. Nereden bilsin ki kader ağını o gün o salonda örmüştü.  “Aaaa, Gülay da gelmiş, tek başına oturuyor. Onun yanına gidelim” dedi ve Gülay’ın yanına gittiler. Ayağa kalktı Gülay, sarıldı teyze kızına sonra bana dönüp “kim bu” dercesine öyle bir baktı ki. Dizlerinin titrediğini hissetti, teyze kızı tanıştırırken. “Hani hep bahsettiğim bir ağbim var ya, işte o. Bu da en yakın arkadaşım Gülay. Aynı sınıftayız.”  Sadece Gülay kalmıştı aklında o kadar kelimeler arasından. “Allah’ım” diye iç geçirdi, “ bu ne güzellik, bu ne uzun boy.” İlk yarım saat nasıl geçti hiç farkına varamadı. İki kız kendi aralarında konuşup gülüşüyorlar, arada sırada kendisine de bir şeyler söylüyorlardı ama hiçbir şey duymuyordu. Sadece “Gülay” kalmıştı aklında, bir de uzun boyunun üstünde kalbini delercesine bakan bir çift siyah göz. Vakit ilerlemiş, gençlerin yüzükleri takılmış ve danslar başlamıştı. “Hadi ağabey dans edelim” dedi Fulya. Bir şarkı boyunca dans ettiler. Oturduklarında teyze kızı hınzır bir gülümseme ile “öyle hemen oturmak yok, şimdi de Gülay’la dans edeceksin” deyince bacaklarının titremeye başladığını hissetti.  Orkestra Adamo’nun Tomba La Neige  (Türkçeye her yerde kar var olarak çevrilmişti) şarkısını çalıyordu.  Şarkı boyunca her ikisinin de elleri terden sırılsıklam olmuştu. Sadece kendisinin bacakları titremiyordu. Gülay da neredeyse düşecekti heyecandan. Kaç kez birbirlerinin ayakların basmışlardı. Şarkı bitip de oyun havaları başlayınca ikisi de derinden bir ohhh çektiler içlerinden, Oturdular ve teyze kızı Fulya’nın her ikisine de mânalı mânalı bakışlarından utanarak akşamı ettiler. Aynı mahallede 5 sokak arkada oturuyorlardı. Sokağın başına kadar birlikte yürüdüler, sonra da teyzesinin kızını evine bıraktı. Yol boyunca ne konuştular diye sorsanız hiçbir şey hatırlamıyordu. Sadece teyze kızının nasıl buldun Gülay’ı”  diye  sormasıyla kendine geldi ve “olağanüstü” dedi. O geceki planının birinci kısmını gerçekleştirebildi. Bir  yerine dört bira içmiş ve erkenden eve gelerek yatmıştı. Dört birayla  birlikte bir paket de sigara bitmişti. Sabah uyanır uyanmaz iki lokma kahvaltıdan sonra soluğu teyzesinde aldı. Teyze kızını ders çalıştırma bahanesiyle hemen sordu? “Gülay’ın bir sevdiği var mı?” Güldü teyze kızı “Yok”.  Devam etti “hayırdır ağabey yıldırım aşkı mı?” “Galiba bacım” dedi.  “Gece rüyamda bile onu gördüm. Hiç böyle olmamıştım.”   “Sanırım o da sana karşı çok ilgiliydi, ben akşamüstü kahve içmeye gider, ağzını ararım” dedi. O güzelim Pazar gününü kah Ulus parkında, kah Küçük saat civarında avare avare dolaşarak akşamı zor etti. Akşam yemekten sonra şöyle bir uğradı teyzesine, Fulya yoktu. Soramadı da nerede olduğunu. Tekrar eve dönüp bir kitap alıp okumaya başladı. Kitabın neredeyse yarısına doğru geldiğinde teyze kızı muzipçe girdi içeri. “ Bir çift ayakkabıyı hak ettim”. Kalbinde kuşlar kanat çırpmaya başlamışlardı gelecek bir müjdenin habercileri gibi. “Bizim kız da sana vurulmuş, sabaha kadar gözünü kırpmamış, bir paket sigarayı bitirmiş. Hep seni sordu. Ben de bundan sonra soracaklarını bana değil ona sor dedim ve bu hafta sonu size randevu ayarladım.”  Teyze kızını hiç bu kadar sevdiğini fark etmemişti bugüne kadar. Sarıldı boynuna, havalara fırlatıp durdu. O bir hafta yaşadı mı yaşamadı mı farkında bile değildi.

Bir hafta boyu vakit nasıl geçti, nasıl çalıştı, neler yaptı, hiç farkında değildi. Hatta bir ara müdürü takıldı, “Hayırdır. Karadeniz’de gemilerin mi battı? Pek düşüncelisin? “ Diyemedi ki “aşık oldum” Halbuki avazı çıktığı kadar haykırmak istiyordu “Aşık oldum, aşık oldum” diye. Teyzesinin kızından Gülay’a dair her türlü bilgiyi almıştı. Okulun bando takımının majörüydü. İlginçtir, pek görüşmediği babasının köyüne komşu köydendi. Üç ablası vardı, biri zengin bir çiftçi çocuğuyla evli olan Safiye, öbürü de hiç evlenmemiş büyük ablası Hanife ve hayatlarını alt üst edecek olan Gülşen. Bir de kendinden erkek kardeşi Hüseyin. Babasının tek erkek çocuğuydu ve haliyle biraz şımarıktı.Orta okuldan sonra okulu bırakmış babasına yardım ediyordu. Dik kafalı, sert bir delikanlıydı. Kendisi gibi zengin ağa çocuklarıyla birlikte sorumsuz ve biraz da uçarı bir yaşam sürmekteydi.

Hafta sonu gelmeyecek sanıyordu ama doğa kanunu işlemiş ve Cumartesi günü, o büyük gün gelip çatmıştı. Pamuk ekim zamanı geldiğinden teyzesi ve eniştesi köye gitmişler, Fulya ise küçük kardeşlerine biraz harçlık vererek  gezmeye göndermişti. Büyük bir ihtimalle sinemaya  gideceklerdi. Böylece ev boşalmış ve iki aşığın baş başa kalabilecekleri ortam hazırlanmıştı.

Sabah erkenden hiç uyuyamadığı uykudan uyanmış ve sinek kaydı bir tıraş olmuş, ipek mongol gömleğinin üstüne Lacivert montunu giyip doğru teyzesinin evine gitmişti. Çok da beklemedi ve Gülay geldi. Hoş beşten sonra Fulya önceden planladığı gibi evden gitmiş, bu yeni aşıkları kendileri ile baş başa bırakmıştı. O saf ve tertemiz duygularla 6 saatin nasıl geçtiğinin farkına bile varmadılar. Tekrar tekrar çaylar demlendi, sigaralar içildi ve kendilerine bir şarkı da seçtiler. Orhan Gencebay’ın Türk Sanat Müziği formatında bir şarkıydı, Mustafa Sağyaşar söylüyordu; “Sevgilim benim sana bir çift sözüm var, dinle. Bitsin bu ayrılık bitsin bu dertler, gülsün aşkımıza ağlayan gözler. Üç  günlük dünyada sana doymadan ölürsem gözlerim hep açık gider.”  Çok yeminler edildi o gün, ayrılmamak üzerine. Ayrılık saati gelip çattığında aldığı o öpücük hayatının en muhteşem öpücüğüydü.

Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Zamanla  tüm şehir bu birbirine çok yakışan sevdalıların sevdasını konuşmaya başlamıştı. Her gittikleri yerde dikkat çekiyorlar ve “Maşallah, pek de yakışmışsınız birbirinize, Allah ayırmasın” diyorlardı. Ama o kör olası yokluk ve kimsesizlik ağını yavaş yavaş örüyordu.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
12 Eylül 2021 10:51
6 Mart 2021 08:54
6 Mart 2022 13:14
23 Nisan 2021 08:55
12 Haziran 2021 08:48
31 Temmuz 2021 23:12
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.