Zamanın İki Yüzü: Hem Hızlı Hem Yavaş
Bir zamanlar çocukken, büyümek için sabırsızlanırdık. Bayramlar, doğum günleri, tatiller… Hepsi gözümüzde bir ömür kadar uzak görünürdü. Beklediğimiz her şey için zaman ağır aksak ilerlerdi. Bir an önce büyümek, bir an önce özgür olmak isterdik. Oysa yıllar geçip de hayatın telaşına karışınca fark ediyoruz ki zaman aslında göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş.
Bir sabah çocuğunuzun uykulu gözlerini ovuşturduğunu izlerken, “Ne zaman büyüyecekler?” diye düşünüyorsunuz. Sonra bir gün bakıyorsunuz ki artık kendi başına işlerini hallediyor, kıyafetlerini seçiyor, odasına kapanıyor ve sizin ona öğüt verdiğiniz günleri hatırlamak bile istemiyor. “Ne ara bu kadar büyüdü?” diye şaşırıyorsunuz.
Beklerken yavaş, yaşarken hızlı… Zamanın ironisi bu. Mutluluğun içinde kaybolduğumuz anlar çabucak geçiyor ama bir acıyı, bir kaybı, bir bekleyişi yaşarken zaman bir türlü ilerlemiyor. İşte hayat böyle bir döngü. Hep bir şeyleri hızlandırmak, hep bir şeyleri yavaşlatmak istiyoruz. Ama zaman, bizim ona yüklediğimiz anlamdan bağımsız, bildiği gibi akıyor.
Belki de bu yüzden “an”ı yaşamak bu kadar önemli. Çünkü her an, göz açıp kapayıncaya kadar bir hatıraya dönüşüyor. Çocuklarımızın büyüdüğünü fark ettiğimizde, yılların nasıl geçtiğini düşündüğümüzde, zamanın hem çok hızlı hem de çok yavaş aktığını anlıyoruz.
Ve belki de en sonunda şunu kabul ediyoruz: Zamanı tutamayız ama ona değer katabiliriz. Beklerken, yaşarken, hatırlarken… Her anın içinde bir hikâye var. Önemli olan onu kaçırmamak.