Vefa mı, Anlam Yorgunluğu mu? Bir Leylek Üzerinden İnsanı Konuşmak.
İnsanın en büyük sınavı bazen bir gidişi anlamlandırmak olur.
Birinin gelmesiyle umut, gitmesiyle yıkım kurarız içimizde.
Ve her gelenin “kalıcı”, her sevginin “sonsuz”, her vefanın “karşılıklı” olacağına inanırız.
Ya öyle değilse?
Ya sevgi; bazen susmak, vefa; bazen gitmek, ihanet dediğimiz şey de aslında kaderin bizi koruma biçimiyse?
Yaren Leylek üzerinden yapılan bunca romantik anlamlandırma, aslında kendi eksikliğimizin sesi olabilir mi?
Belki de asıl mesele leylek değil, içimizde biriken yaralarla ne yaptığımızdır..
Yaren Leylek yıllardır geliyor. Aynı yere, aynı insanın yanına.
Biz buna “vefa” dedik. “Sadakat”, “bağlılık”, “dostluk”…
Ama düşünelim: Adem Amca’nın evine başka bir kuş konsa, o da aynı sevgiyi görmez miydi?
Belki de Yaren sadece hayatta kalmak için geldi. Belki içgüdüsel bir dönüş bu.
Ama biz insanlar anlam arıyoruz. Her harekete mana yüklemeye, her gidişe bir şiir yakıştırmaya meyilliyiz.
Terk edilen sevdiğimiz değil midir ki;
“Yaren leylek geldi, sen gelmedin” diye sitem ederiz?
Oysa belki o leylek bizim içimizdeki boşluğun simgesidir sadece.
Ve işin en çarpıcı kısmı şu:
Leylekler, büyüyen yavrularını bir noktada yuvadan atar.
Çünkü kalırlarsa ölürler.
Kanatları güçlenmezse yaşayamazlar.
Bu bir zorunluluktur.
İsmet Özel şu güzel alıntısının hatırladım
“ Sen ve yağmur.
Başa dönemezsiniz.
Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
Dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz
İnişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
Yağmur yalnız yağarken yağmurdur
Sen yalnız senken sensin
Burada kalamazsın ve başa dönemezsin
Gitmek zorundasın diyordu “ diyordu Of Not Being A Jew şirinde
Peki biz buna da ihanet mi deriz? Yoksa bu en büyük sevgi biçimi midir?
Bazen bırakmak gerekir.
Tutmamak, zorlamamak.
Vefa; illa birlikte kalmak değil, ayrılığı kabullenmek de olabilir.
İhanet; her zaman sadakatsizlik değil, bazen insanın başka bir yolda yürümek zorunda kalmasıdır.
Sevgi; her zaman yan yana durmak değil, bazen araya mesafe koymaktır.
Ey içi yaralı insan kardeşim,
Her gelenin kalmak, her gidenin ihanet etmek zorunda olmadığını öğren artık.
Belki de mesele “leylek” değil; biziz.
Yani anlam yüklediklerimiz, beklentilerimiz, korkularımız ve o asla kapanmayan yaralarımız.
Bir leylek her yıl geri dönebilir.
Ama her insan geri dönmek zorunda değildir.
Yaren gibi vefalı bir dost, sadece doğanın içinden değil, yüreğini büyüten bir insanın içinden de çıkabilir.
Yuvadan düşmek bazen büyümek içindir.
İçinde kaldığın sevgi seni kanatlandırmıyorsa, o yuva artık senin mezarındır.
Belki de artık sormalıyız:
Biz gerçekten vefalı birini mi bekliyoruz, yoksa anlam yüklediğimiz bir hayalin peşinden mi gidiyoruz?