Şaklabanlar gitti, şapkasız ‘a’lar geri geldi
Gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış gibin çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak
Sen bir şehir olmalısın ya da nar belki kırnata, belki eylül, belki kırmızı
Gövden ruhunun yaz gecesi mi neşe çok idil, çok deniz, çok rüzgar
Çocukluğum tutmuş da yine aşık olmuşsun(a şapkalı) sanki bana, sanki ah, sanki olur A
Aşk bile dolduramaz bazı aşıkların yerini( a larımız hep şapkalı, aşklarımız hep şapkalı
Diye övgü, diye zanatteme, diye haziran
Heves uykudaysa ruh çıplak gezer gazel bundan, keder bundan, sır burdaşk
Gözlerin şehirden yeni ayrılmış gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan
Hadi şehirlere git ve onar kalbimizi bu aşktan
İdiller gazeli-Haydar Ergülen, Mutlu Kediler gazel okumazlar ki. Ama üzgün kediler gazel okur.
Aşkla yazılan her şeyin köpeği kedisi kulu kölesi olmak ne güzel bir duygudur.
İlkokulun 1. sınıfını Bursa Sönemz ( e düşmüş) okulunda okuduktan sonra, sevgili anadedemin yönlendirmesi ile Mudanya ya taşındık, nasıl da aşık oldum ben buraya, (Mudanya incisi şarkısı) Kim bu zeytinli gözlü yar?
Şimdi bakıyorum da ne inci ne uğur böceği ne deniz yıldızı. Hatta deniz yıldızını alıp kurusunu yapmadım diye ‘aman abla senin kısmetin almazsan başkası alır bak diyen çocukların duyarsızlığı’ olsun ben kısmetimi hep burada aradım durdum. Her dalı tuttum kırıldı ve baktım tutunacak dal kalmadı ben de çocukluğumun başladığı Mudanya2ya döndüm. Işığımı bırakamazdım. 42 kişilik sınıflarda eğitim almamıza rağmen bizi ayırt etmeden ayırmadan birbirimize kaynaştıran Nurten Dil öğretmenimin sınıfında yeşerdim. Sonra kadını bilmem nereye gönderdiler ve bizi başka bir sınıfta topladılar. Derin üzüntülerimden biridir bu. Beni farkeden bir öğretmenin okuldan uzaklaştırılması. Yani en azından benim için öyleydi. Evet tabiki sonra da güzel öğretmenlerim oldu amaa beni farkedenlere aşkım hep sonsuzdu. Onlar kendilerini zaten iyi biliyorlar, isim yazmaya da gerek duymuyorum, farkeden ve farkettirenin doğası aynıdır çünkü. Farkeden yoksa farkettiren de olmaz. O günlerden bir rüzgar eser, ümitlerim beni terkeder, benden o bakışları gizler kapkaranlık bir kader. Hayatta paylaşmaya değer bildiğin bir sır varsa eğer, haykırıp dağlara taşlara anlatmalıymış meğer. Ben hep içime içime ağlarım, dağların taşların canı yok mu, içime içime ağlamak da ne güzel bir duygudur. Biz içine içine ağlayan çocuklardık, içine içine ağlayanlar şımarık değillerdir. İçine ağlamak yerden bir taşı oynatıp gökte bir yıldıza dönüştürür. Yaradılışımız böyle ne yapalım. Dışına ağlamak mesele değil kardeş, asıl mesele içine içine ağlamakta, yürekte. Yürek nasıl pişer içine içine ağladıkça, nasıl sıcaklar ve ısınır. Şimdi yürekteki sıcaklığı al ve beynine taşı, ne oldu sıcak kalp, sıcak zihin sağlam vücutta bulunur. Derdi babam hep. Ya da öyle bir şey hatırlayabilene ‘aşk olsun’. Ama vücutlar sağlam mı.!!!
Ananenemler Bulgaristan’dan geldikten sonra Paşa Çiftliğine işlemeye giderlerdi, Haluk Levent’in Elfidası orada mı acaba. Ellere verip büyütün dediği fidanı:) Ne güzel bir adamdır o, aşkların biri onun olsun.
Yani bir de aklıma gelmişken, Montania Tren İstasyonu’nu kimler buradan söktü acaba ve niye söktüler. Yani atamın kurduğu tren hattını kim niye söksünki, komik. aaaaa (a lar hep şaklaban, ay pardon şapkalı) yanlış yazdım da düzeltesim gelmedi. O hat nerelerden geçip nerelere giderdi, hey gidi yıllar hey. Yani beni ananenem, paşa çiftiğinden gelen yoğurdu şekerle karıştırıp içirerek büyüttü. Ama koyduğu şişe bira şişesiydi. Cam şişe sağlıklıdır diye,) Çok yoğurt içtim çok. Okulun ilk günü bile utanmasam bira şişesiyle okula gidecektim. Bira hikayesi de başka bir konunun başlığı olsun. İçi yourt şeker, (Ğ) yine düştü, kurtaramıyorum, yumuşak tonlarımızı, oysa yumuşak olan her şey kucaktır. sıcaktır, yataktır, topraktır.
Kalp sıcak, zihin sıcak ama yatak soğuk, toprak soğuk ev soğuk. Sıcak soğuk, sıcak soğuk… Bu küçükken bizim bir şeyi saklayıp onu bulmak için kullandığımız bir oyundu. Saklanan şeye yaklaştıkça oyuncu sıcak sıcak sıcak diye bağırırdık. Ben hala bazen yeni ara sıra, ya da çoğu zaman oynarım bu oyunu. Mesela üzerimde bana ait olmayan bir şey olduğunda onu sokakta gezdiririm ve elimdeki şeyin hangi bölgeye geldiğinde ısındığına bakarım. Tüy ise bu şey havaya salarım, köpekler kazmışsa orayı toprağa gömerim. Eski oyunlar eski oyunlar ahhh nerde kaldılar.
Konudan konuya konudan konuya kalp nereye götürürse zihin oraya. Ne bilsim zihin yolu, He bilirdi kesin elbette yani bilirdi, o da çok eskidendi.
Yetti bundan fazlası ölüm gelme artık gecelerime. Artık çıkmıyorum İstiklale, sabah Fatma hanım uyandırıyor, helva ekmek çay.. bana onlar bakıyor. Odanın hali perişan ben perişan kimse yok işime karışan. Arasıra balkona çıkıyorum, fesleğenler kuruduğunda ocaktı, ben baharı bekliyorum:)
Ne olduğunu bilmediğim bir umudum var hala, gözüm şişelere takılıyor, becerebilseydim ne ala
Bugünlerde böyleyim ben yas denen şiirdeyim, bir köşede düşün var sırtımda kanlı bıçağın
Hiçbir zaman duymayacağın, duysan da anlamayacağın bir çığlıkta sana BİRİKİYORUM!
Ne güzel söyledim dimi şaklabanlar gidince ve şapkalar düşünce ve yumuşak g ler geri dönünce!