Sabır zamanın gizli dilidir, acele eden duyamaz
Yavaşlamak. Sadece adımlarımızı küçültmek değil, kalbin sesini duymaktır. Her şey bir reels hızında akmaya başladı hayatımızda. Uzun cümleleri dinleyemez, uzun sohbetlere vakıf olamaz hale geldik. Sabrın hikmeti, sukûnetin marifeti buhar olup uçtu. Derdimizi iki cümleye sığdırır olduk. Derdi olanı dinlemeyi külfet sandık, nimeti içinde barındırdığını yoksayarak… Evle iş arası dalgalandık. Durulursak dertlerimizi hatırlamaktan korktuk. Oysa ne diyordu Mevlana hazretleri: “Durgun su gibi ol; yüzeydeki dalgalara aldanma, derinlerde hakikati görürsün.” Hakikat yüzeyde olmaz. Hakikat derinlerdedir. Hakikat sabırdadır. Hızlı koşan hakikate erişemez. Derdi varmak olan yolun kazandırdıklarını alamaz.
Peki, hız çağında nasıl yavaşlayacağız? Herkese göre değişkendir bu. Bazen hızlı akan hayatta yavaşlamak, bir deniz kenarında dalgaların sesini dinlemektir. Bazen bir yetimin saçlarının yumuşaklığında. Bazen bir yaşlının dizinin dibinde nasihat dinlemekte. Bazen bir otobüs durağında ağlayan kadının yanına sırnaşıp, ağlamanın hikmetini anlatmakta. Bazen camide, namaz sonrası okunan Kur’ân-ı Kerim’i dinlemekte. Bazen uzun bir romanı sonuna kadar okumakta. Bazen bir ney dinletisini sonuna kadar dinlemekte.
Örneklere baktığımızda şunu fark ediyoruz: Biz hıza alıştıkça sabrı kaybetmişiz. Yavaşlamanın koşulu da sabrı öğrenmekten geçiyor. Kolay sıkılıyoruz, çünkü sabrımız kalmadı. İnsan insana şifayken, insanın insana tahammülü kalmadı. Sabır kalbin anahtarıdır. Hem kendi kalbimizin kilitlerini açar, hem de temas ettiğimiz insanların. Sabır, zamanın gizli dilidir; acele eden duyamaz. Velhasılı kelam: Yavaşlamalıyız. Sessizleşmeliyiz. Sabrı kuşanmalıyız ki yüreğimiz ayak seslerimize yetişsin. Hissizleşmiş kalbimizin buzlarını sabırla eritmeliyiz.