“Kelimeler İnsanın Yoludur“
“Hayatın en ağır yükü, taşıyacak hiçbir şeyin olmamasıdır.”
İnsanın hayat yükü çoğu zaman şikâyet sebebidir; oysa yük, insanın yönünü belirler.
Yük, insanın varlığına anlam kazandırır. Aslında yük dediğimiz bir nimettir.
Hiçbir yük taşımamak, hiçbir sorumluluk hissetmemek, aslında en ağır yüktür.
Çünkü insan, taşımadığında değil, taşıdığında olgunlaşır.
Varlık, insana uzak değil, aksine yaklaşmak ister.
İnsan, kendiliğinden var olmamıştır; var edilmiştir.
Varlığını kendi çabasıyla değil, kendisine verilmiş olanla sürdürür.
İnsanın varlığı, O’nun muradı kadardır.
Ne bir eksik ne bir fazla.
İnsanı inşa eden, yine insanın kendisidir —
yaptıklarıyla, ettikleriyle,
sonsuz seçeneklerin içinden seçtikleriyle.
İnsanın varlığı bir inşadır;
her gün, her karar, her niyet o yapının bir tuğlasıdır.
Hayatın İmtihanı
Hayat, başı ve sonu belli bir yol değildir.
Her adımı, bir imtihanın izini taşır.
Bu imtihanların tatili yoktur;
insan yaşadığı sürece sınanır.
İnsan, bir kelime gibidir.
Ama o kelimenin içinde bin hikâye saklıdır.
Her insan, anlamını arayan bir cümledir.
Ey insan,
gözlerinde fer kalmasa da dizlerinde derman tükenmiş olsa da,
umudunu koru.
Çünkü belki fer olmadan, derman olmadan yaşanır,
ama umut olmadan yaşanmaz.
Kelimelerden Sözlere
Evren bir kelimeyle başlamıştır.
Bu âlemin içindeki her şey bir kelimedir.
İnsan bir kelimedir;
varlığı da yokluğu da kelimelerden örülüdür.
Sevgi bir kelime, aşk bir kelime, düşmanlık, dostluk, barış, savaş…
Hepsi kelimelerden doğar.
Kelimeler bazen inşa eder, bazen yıkar.
Nice devletler kelimeler üzerine kurulmuş,
nice medeniyetler kelimeler yüzünden yıkılmıştır.
Bilgiler, inançlar, idealler,
hepsi birer kelimeden filizlenir.
Cennet bir kelime, cehennem bir kelime…
Demek ki hayat, baştan sona kelimelerden dokunmuş bir dokudur.
O zaman harfleri ve onlardan oluşan kelimeleri asla hafife almamalıyız ve sözün sihirli gücünü kabul etmeli ve hakkını vermeliyiz.
Olanı Olduran
Aldığımız nefesi ciğerlerimizin işi sanırız.
Oysa ciğer, sadece emir alandır;
nefesi olduran başkadır.
Her şey de olduğu gibi nefeste de yanılırız:
sebeplere bakarız, sebebi var edeni unuturuz.
Bu yüzden denmiştir ki:
“Beşer şaşar, Hakikat şaşmaz.”
İnsan yanılır, ama Hakikat asla.
Bir şeylerin sebepleri önemlidir elbette ama sebepleri var edeni bilmek daha da önemlidir.
Yeni Dünya
Bugünün dünyasında herkes bir koşuşturmanın içindedir.
Küçüğünden büyüğüne herkesin planı vardır:
iş planları, kariyer planları, para planları…
Her şey maddeyle ilgilidir.
Her şey “nasıl daha çok sahip olurum?” sorusuna sıkışmıştır.
Peki bu kadar maddenin içinde kalp nerede?
Ruh nerede?
Zihin nerede?
İnsanın özü nerede?
Belki de asıl eksikliğimiz, bir şeye sahip olamamak değil,
kendimize sahip olamamaktır.
Bugün ailelerin kendi aralarındaki sohbetler malın, paranın ötesine geçmez. Dostlarla bir araya gelindiği zaman hangi işte çalıştığı ne kadar maaş aldığı hangi ticareti yaptığı konuşulur oldu, çocuk daha birinci sınıfa gidiyor gelecekte hangi mesleği okursa daha çok para kazanır diye düşünülür oldu… Neyse konumuz bu değil, şimdilik.
İnsanın İki Yüzü
İnsan, iki uç arasında yaşar;
iyilikle kötülük, merhametle öfke, kanaatkârlıkla hırs arasında.
Kendini beğenir ama alçakgönüllülüğü de bilir.
Oburdur ama kanaat etmeyi de öğrenebilir.
Edepsizdir ama edepli davranmayı öğrenebilir.
Kıskanır ama iyilik yapmaktan da geri durmaz.
Cimridir ama eli açık olmayı da başarabilir.
Tembeldir ama çalışkanlığı da içinde taşır.
Öfkelidir ama acıyı da tanır.
İnsandan hem diktatör çıkar hem köle,
hem katil çıkar hem aziz.
Bir yanda Kabil, öte yanda Habil…
İkisi de insanın içindedir.
İnsanın İki Ucu
Kimse kötülüğü kendinde görmek istemez.
Kötülüğü hep başkasına yakıştırır, kendine yakıştıramaz.
Herkes iyi karakterlerle kendini özdeşleştirir,
ama kimse kendi karanlığıyla yüzleşmek istemez.
Oysa insanın içinde hem ışık hem de karanlık vardır.
İnsan, bu iki ucun arasında yürüyen bir varlıktır.
Ve belki de hayatın anlamı,
bu iki uç arasında dengeyi bulabilmekte saklıdır.