Hepimiz anlaşıldığımız kadar kalabalığız
Yalnızlaşıyoruz…
Ve bahsi geçen yalnızlığın, çevremizdeki insanların azalmasıyla bir ilgisi yok.
Kalabalıklaştıkça içimize çekiliyoruz. Ama hakiki bir çekilme değil bu. Herkes var ama hiç kimse yok gibi.
Herkes konuşur ama biz sadece uğultu duyarız.
Biz çığlık atarız ama onlar fısıltı duyuyor sanırız.
Biz içimize ağlarız ama onlar tebessüm zanneder.
Peki neden?
Kalabalık yalnızlıktan kasıt tam olarak ne?
Nüfus artarken, her geçen gün biraz daha sosyalleşirken, bir de bu çevreye sanal çevreyi eklemişken biz neden yalnızlaştık?
İnsan, eğer anlaşılmıyorsa, çevresinde ne kadar insan olursa olsun tek hisseder.
Bazen üzülür, yalnızlaşırız.
Birisi gelir.
Yakar, kül oluruz.
Sonra başkası gelir. Üfler ve küllerimizi ateşe çevirecek sanırız.
Ama yanılırız.
O, cehennemimiz olur.
Sonra her üfleyeni, dünyamızı cehenneme çeviren kişi sanırız.
Yalnızlaşırız.
Kuyuya düşeriz.
Her el uzatanı, Mısır’a sultan yapacak sanırız.
Ama o, gömleği arkadan yırtmak için el uzatmıştır.
Sonra her el uzatanı aynı sanırız.
Genele vurur, yine yalnızlaşırız.
Bazen yanlıştansa yalnızlığı tercih ederiz.
Bazense korkarız yalnızlıktan, yanlışa sarılırız.
İnsan böyledir.
Celladına âşık olur, sonra bütün âşıkları cellat zanneder. Aşka küser.
Ve sonunda;
Ehline denk gelmeyen ziyan olur…
Aslında kalabalıkta yalnızlaşmak biraz da genele vurmaktır. Ya korkar kaçarız, ya da kelebek misali yanacağımızı bile bile o ateşe çarpar dururuz.
Çevremizde insan çok, ama herkes içindeki küçük dünyasında yapayalnız.
Hepimiz anlaşıldığımız kadar kalabalığız. Etrafımızda ne kadar insan olduğu değil; kaçının anladığı, kaçının yük değil yoldaş olduğu, kaçının dert değil derman olduğu, kaçının yara değil merhem olduğu mesele.
Kimi bağıranı duymaz, kimi susanı dinler.
Sustuklarımızı dinleyenlere denk gelmemiz ümidiyle…