Gerçek Ne, Yorum Ne?
Bir odaya giriyorsunuz. Üç kişi yere bakıyor, biri saate göz ucuyla bakıyor, diğeri sessizce oturuyor.
Zihniniz hemen devreye giriyor:
“Kimse ilgilenmiyor.”
“Sanırım söylediklerim yetersiz kaldı.”
“Bu ekipte iç motivasyon eksikliği var.”
Oysa kimse bir şey söylemedi. Sadece birkaç saniyelik bir gözlemle zihniniz anlamlar üretmeye başladı bile.
İşte tam burada başlıyor mesele:
Biz gerçekten ne görüyoruz, neyi varsayıyoruz?
Hayatın içinde çoğu zaman “olanı” değil, “olduğunu sandığımızı” görürüz.
Gerçekle zihnimizden geçen arasında ince ama hayati bir çizgi vardır:
Tespit ve yorum.
“Toplantı saat 10.00’da başladı.” → Tespittir.
“Bu kadar geç başlamak ciddiyetsizlik.” →
Yorumdur.
Tespit net, gözlemlenebilir ve yargısızdır.
Yorum ise bizim bakış açımızla yoğrulmuş, duygu ve varsayımla yüklenmiştir.
Ve çoğu zaman, insanlarla ilişkilerimizi bozan şey gerçekler değil, onlar hakkında yaptığımız yorumlardır.
Yorumlarımızı mutlak gerçek sanarak konuşur, sorgular, yargılarız.
Oysa güçlü iletişim, önce görmeyi, sonra anlamayı, en son gerekiyorsa yorumlamayı seçer.
Ve bu da bir farkındalık pratiğidir.
“Şu anda gördüğüm şey gerçekten olan mı, yoksa ben öyle mi sandım?”
Bu soruyu sormak, kendimize ve karşımızdakine alan açmaktır.
Çünkü en çok da kendimizle kurduğumuz iç diyaloğa bu ayrım lazımdır.
“Yetersizim.”
“Kimse beni önemsemiyor.”
“Galiba söylediklerim pek etkili olmadı”
“Beni sorguluyorlar”
Bunlar varsayımdır, yorumdur.
‘Varsayma sor..’
gerçekten böyle mi?
Varsayımın pahzehridir soru.
Soru sorarak gerçeği, tespiti buluruz.
Oysa belki sadece bir toplantıda konuşmadık, ya da bir sunum istediğimiz gibi gitmedi.
Hayatın hızında netlik, ilişkilerde dinginlik, içimizde huzur arıyorsak…
İşe buradan başlayabiliriz:
Gerçeği görmek. Olduğu gibi. Yargısızca.
Gözlemle başlar, farkındalıkla derinleşir.
Ve belki de o çok aradığımız “sessiz berraklık”, tam da buradadır.