“Evlilik Ehliyeti’ne Türkiye hazır mı?
“Aile Yılı” kapsamında, evlenecek çiftlere “evlilik ehliyeti” ile birlikte zorunlu bir eğitim getirilmesi gündemde. Bu haberi duyduğumda, bir yandan Nihayet! dedim içimden, çünkü aile kurumu gerçekten desteklenmeyi hak ediyor. Ancak bir yandan da endişelenmedim değil. Çünkü Türkiye’deki gerçekler, iyi niyetle hazırlanmış pek çok projenin sadece prosedür ve kağıt üzerinde kalmasına neden olabiliyor.
İstatistikler açık: Boşanma oranları giderek artıyor. Binlerce yıldır var olan bu kurum neden bu kadar kırılganlaştı? Aslında temel sebep, giderek daha bireyci ve benmerkezci bir topluma dönüşmemiz. “Ben” duygusu öyle güçlendi ki, “biz” olma yolculuğu olan evlilikte, en ufak bir sürtüşmede yolu ayırmak daha kolay geliyor. Sabır, tahammül, empati ve fedakarlık gibi değerler, yerini “Benim hayatım, benim mutluluğum” anlayışına bıraktı. İşte asıl çözülmesi gereken sosyolojik mesele burada yatıyor.
Mevcut sistemde hukuken, evlenmenin önünde birtakım şartlar var aslında: Bulaşıcı hastalık olmaması, akıl sağlığının yerinde olması vb durumları görmek için Sağlık raporu, Belirli derecelerde kan bağı olmaması, 18 yaşını doldurmuş olmak (istisnalar dışında). Görünüşte sağlam ve mantıklı kurallar. Peki, bu sistem ne kadar sağlıklı işliyor? Maalesef, bu şartların bir kısmı sadece teoride kalıyor.
Ülkemizin sosyolojik gerçekleriyle yüzleşmek zorundayız:
Akraba Evlilikleri, hala yaygın bir şekilde, sağlık risklerine rağmen devam ediyor. “Çocuk gelin” tabiri ne yazık ki hâlâ gerçekliğimiz. “Aile rızası” adı altında, çocukların geleceği karartılabiliyor. Toplumumuzda maalesef “Evlenince düzelir” gibi son derece tehlikeli bir algı var. Psikolojik sorunlar yaşayan bireyler, bir eş ya da çocuk sahibi olmanın sihirli bir değnek olacağını düşünerek evliliğe yönlendirilebiliyor. Bu, hem o birey hem de aile için risk.
Bir de devlet bünyesinde Aile Danışmanlık Merkezleri ve benzeri eğitim birimleri mevcut. Ancak sorun şu ki, bu merkezlerin bir kısmı maalesef prosedürü tamamlamaktan öteye geçemiyor.
Asıl Toplumsal Sorun: Kural Koymak Değil, Kurala Uygun Davranışı Yaygınlaştırmak
Türkiye’nin kronik bir problemi var: Kurallar koyuyoruz ama toplumsal düzeyde bu kuralları içselleştirmiyoruz. Toplum, akraba evliliğinin risklerini biliyor ama yapıyor. Erken yaşta evliliğin sakıncalarını biliyor ama göz yumuyor. İşte bu noktada, yeni bir “evlilik eğitimi” getirmeden önce yapmamız gereken şey, kapsamlı bir sosyolojik alan araştırmasıdır.
Neden insanlar bu kurallara rağmen bu davranışları sergiliyor? Sosyo-ekonomik nedenler mi? Kültürel kalıplar mı? Eğitim eksikliği mi? Bu soruların cevabını bulmadan, sadece “şu eğitimi verin” demek, yaranın üzerine yara bandı yapıştırmaktan farksız.
Sosyologlar bu ekibin olmazsa olmazı olmalı . Neden mi? Çünkü evlilik sadece iki bireyin psikolojik uyumu değil, aynı zamanda toplumsal bir kurumdur. Çiftlerin içinden çıktığı ailenin, sosyal çevrenin, kültürün getirdiği dinamikleri ancak bir sosyolog doğru bir şekilde analiz edip, çiftlere kendi hikayelerini anlamalarında rehberlik edebilir. Toplumsal baskılar, aile içi iletişim kalıpları, göçün etkileri gibi konular, sosyolojik bir bakış açısı olmadan anlaşılamaz.
Evet, evlilik öncesi eğitim ve ehliyet uygulaması, aile kurumunu güçlendirmek adına atılmış çok değerli bir adım. Tüm içtenliğimle umuyorum ki bu çalışma, sadece formaliteyi yerine getiren bir belge olmanın ötesine geçsin. Toplumumuzun farklı katmanlarına, farklı ihtiyaçlarına dokunabilen, gerçekten nitelikli ve duyarlı bir şekilde tasarlansın.
Eğer bu eğitim, bir sosyoloğun toplumsal dinamiklere dair rehberliği, bir psikoloğun iletişim becerileri eğitimi ve bir hukukçunun haklar konusundaki aydınlatıcı bilgisiyle harmanlanırsa, toplumun gerçek ihtiyacına yanıt verebilecek, ailelerin yapı taşlarını sağlamlaştıran bir mihenk taşına dönüşebilir..