DESTANLAR BİZE NE SÖYLER?
İnsan, var olduğu ilk andan itibaren dünyayı anlamaya çalıştı. Neden burada olduğunu, doğanın niçin böyle işlediğini, ölümün ve yaşamın sırrını sorguladı. Bu soruların cevabını ise çoğu zaman hikâyelerde aradı. Hikâyeler sadece eğlendirmek için değil; insanın kendini ifade etmesi, bilgeliğini paylaşması ve geleceğe ses bırakması için de vardır. Ne kadar oyun ve eğlence gibi görünse de her hikâye, insana bir şey öğretir; bir iz bırakır.
Efsaneler ve mitler, geçmişle bağ kurmamızı sağlar. Onlar sadece masal değildir; insanın hem kendi iç dünyasıyla hem de doğayla konuşma biçimidir. Tarih öncesine gittiğimizde bu anlatıların mağara duvarlarında, taşlarda çizimlerle yaşatıldığını görürüz. Resimler, semboller ve işaretler; sözcüklerin olmadığı çağlarda bile insanın “anlam” arayışını dile getirmiştir. Daha sonra sözlü kültür devreye girmiş, ozanların, şamanların, masalcıların diliyle bu hikâyeler çağdan çağa aktarılmıştır. Çağları aşan sözler, insandan insana geçerek toplumların hafızasını oluşturmuştur.
Mit, geçmiş zamanlarda gerçekliğine inanılan bir referanstır; insanın dünyayı açıklama girişimidir. Güneşin doğuşu, yıldırımların düşüşü, mevsimlerin dönüşümü… Hepsi mitlerin diliyle anlam bulmuştur. Mitler belirsizlikleri aşmamıza yardımcı olur; kaosu düzene sokar, bilinmeyeni bilinir kılar. Bir bakıma mitler, insanın akıl ve hayal gücüyle kurduğu ilk felsefeler, ilk bilimsel adımlardır.
Her toplumun kendine göre efsaneleri vardır. Çünkü her toplum, kendi kökenini, değerlerini, korkularını ve umutlarını bu efsanelerle şekillendirir. Yunanlılar tanrılarını Olimpos Dağı’na yerleştirdi, Mezopotamya halkları tufan hikâyeleriyle yaşamın kırılganlığını anlattı, Türkler gökyüzünden inen ışıkla başlayan destanlarla kimliğini kurdu. Efsaneler, sadece geçmişin sesi değil, bugün de kim olduğumuzu, nereye ait olduğumuzu anlamamız için birer yol göstericidir.
Efsane, insana şunu fısıldar: “Sen yalnız değilsin. Bu dünyayı anlamaya çalışan milyonlarca insanın yolunun devamcısısın.”