Çocuklukta yüklenilen yetişkin roller tükenmişliğe yol açıyor
Hayatının büyük bölümünde sürekli sorumluluk taşıma zorunluluğu hisseden kişiler, çoğu zaman kendi ihtiyaçlarını geri plana atar, başkalarını önceliklendirir ve ilişkilerinde sınır koymakta zorlanır. İş yaşamında da aynı tablo ortaya çıkar.Her işi üstlenen, yükü sırtlanan kişi olurlar. Bunun sonucu ise duygusal tükenmişliktir.
Bu durumu geriye sardığımızda, çocuklukta aile içinde erken yaşta yetişkin rollerine itilmiş bir geçmişle karşılaşırız. Örneğin; anne-babanın dert ortağı olmak, kardeş bakımını üstlenmek, evin maddi sorunlarına tanıklık etmek ya da aile içi çatışmalarda arabulucu rolü üstlenmek…
Sürekli “Sen artık büyüdün” cümlesiyle karşılaşan çocuk, aslında yaşına uygun olmayan sorumlulukları mecburen yüklenir.
Kısa vadede bu durum, çevreden “ne kadar olgun”, “fedakâr ,aklı başında” çocuk olarak takdir almasını sağlar.Ancak uzun vadede, yetişkinlikte kendi sınırlarını çizmekte zorlanır.
Çocuğa yüklenen “Hep güçlü olmak zorundayım” inancı yetişkinlikte hayatını yönetir. Oysa kimsenin sürekli güçlü olmak zorunda olmadığı gibi, hiçbir çocuğun da ailesinin yükünü taşımak gibi bir görevi yoktur.
Çocuk ev işlerinde küçük görevler üstlenebilir, ama ailedeki büyük meselelerin taşıyıcısı olmamalıdır. Ebeveynler sorunlarını eşler olarak birbirleriyle çözmeli, çocukları da çocuk olarak görmelidir.
Aile danışmanlığı seanslarında sıklıkla rastladığımız bu konu iki açıdan önemlidir:
Geçmişin etkisini fark ettirmek : Danışan, bugünkü davranışlarının kökeninde erken yaşta üstlendiği rollerin olduğunu anladığında, değişim sürecine girmesi kolaylaşır.
Rol dengesini sağlamak : Danışana kendi sınırlarını belirleme, “hayır” deme ve ihtiyaçlarını ifade etme becerileri kazandırmak da duygusal yükünü hafifletir.
Çocuklukta erken yetişkinleşen bireyler bu rolü fark ettiklerinde iyileşme başlar ancak aileler açısından da çocuklarını zorunlu kahraman yapmadan, çocukluklarını yaşamalarına izin vermeleri önemlidir.