BENLİK ZİNDANINDAN GÖNÜL GENİŞLİĞİNE
Dünya, büyük bir aynalar koridoru; ancak trajedimiz şurada başlıyor: Çoğumuz o aynalarda hakikati değil, sadece kendi aksimizi seyrediyoruz. İnsan, kendi dar benliğinin duvarlarını kutsayıp o hücreye kapandığında, dışarıdaki uçsuz bucaksız hakikat ufkunu kaybeder. Sadece kendi zaviyesinden bakmayı bir maharet sanan her bakış, aslında âlemi daraltan, varlığı cüceleştiren ve nihayetinde kalbi kendi üzerine mühürleyen bir prangadır.
Kendi hakikatini yegâne hakikat sanan insan, aslında büyük bir yanılsamanın içindedir. Oysa gönül, bir gökyüzü gibi genişlemedikçe ne kendisi o boğucu darlıktan kurtulup selâmet bulabilir ne de temas ettiği diğer ruhları incitmekten geri durabilir. Esneklik ve empatiyle yıkanmamış her benlik, çarpıştığı her kalpte derin yaralar açar.
En hazini ise bu sürecin gürültüsüzlüğüdür. İnsan, kendi kibrinin ve sığlığının içinde kaybolurken, farkına bile varmadan ruhunu sessiz bir çürümeye teslim eder. Bu; nefsini aşamayan, ötekinin acısını duyamayan ve kendi yankısından başka ses tanımayan modern insanın trajik sonudur.
Hakikat, ancak “ben”in o dar kafesinden çıkıp “can”ın o geniş sahrasına adım atıldığında tecelli eder. Unutmamalı ki; genişlemeyen kalp, zamanla taşlaşır; taşlaşan kalp ise içindeki hayatı kurutur.
Şimdi durup sormak gerek: Kendi kurduğumuz o dar zindanın parmaklıklarını hakikat sanarak kaç baharı daha feda edeceğiz?