Balık sahibi
Hz.Yunus, Kur’an’da ‘balık sahibi’ diye anılır. Kavmine kızıp onları terk etmiş, Allah’ın onu darda bırakmayacağını sanmıştır. Ancak, kendini balinanın karnında bulur.
Şimdi, konunun derinliğine beraber inelim.
Balinanın karnı nasıl bir yer? Karanlık. Yunus, karanlığa niye düştü? Öfkeyle çekip gittiği için mi..? Bu, akla ilk gelen cevap. Biz, görünenin ardındakini anlamaya çalışalım. O halde, sormaya devam. Yunus kimdir? Peygamber. Seçildiğine göre, yaratılışındaki maksat budur. Bir insan, peygamber dahi olsa, yaratılış amacından uzaklaştığında karanlığa düşer, diyebilir miyiz? Tabii ki diyebiliriz. Peki, yapayalnız kalmış biri, oradan nasıl çıkabilir? Yüzleşerek. Hatalarıyla, ardındaki sebeplerle. Durumu anladığında tövbe edip, düştüğü karanlıktan Yunus’u yine kendisi çıkardı.
Bu kıssa, metaforik bir anlatı olabilir; vuku bulmuş bir hadise ise de aynı sonuca varabiliriz.
Yunus’tan hareketle ibreyi şahsımıza çevirelim. Analitik psikolojinin isim babası Jung, kişinin ışık altında olmayan karanlık yüzüne ‘gölge’ der. Gölge, kişinin bilinçdışındadır. İşlevinden bahsedelim. En sevmediğiniz insanları, asla tahammül edemediğiniz davranışları, uzak durduğunuz karakterleri düşünün. Sizi gıcık eden, öfkelendiren şeyler, aslında sizin gölge yönünüz. Rahatsızlık duyuyorsunuz, çünkü sizi aynalıyor. Karşınıza çıkan insanlar ve yaşadığınız hadiseler, bir şeyler söylemeye çalışıyor. ‘Sana projeksiyon tutuyorum, bende sana dair olanı gör.’ diyor adeta. Bilinçdışında bastırılan sevimsiz özelliklerimizi kabullenmek kolay değildir. Bilinçdışına itilen içerikleri, bilincimize çıkarabilirsek eğer, ikisi arasındaki bölünmüşlük azalacak ve Jung’a göre kendimizi böylelikle gerçekleştirebileceğiz.
Balina Yunus’u yuttuğunda, onun sahibi konumundaydı. Karanlığının bilinciyle ışığına kavuşan Yunus, artık balığın sahibidir.
Dünyadaki yerimizi, navigasyondaki gibi sabitlemek mümkün değil. İnsan, zaman zaman nefsine yeniliyor, dünyanın rengine kanabiliyor. Dolayısıyla, yönünü kaybediyor. Hatta bazen, doğru yönü bulma yetisini bile yitirebiliyor. Bu esnada başkalaşarak varlık amacından sapıyor. Vicdanın sesini tamamen kısmayan ve mevcut halini hesaba çekebilen cesur yürekler, dönüş yolunu arıyorlar. Yol engebeli. Yol yokuş. Yolun sonu yok. Yolda bulmak var. İşte, bu yazıyı onlara ithaf ediyorum.
Asaf Hâlet Çelebi’nin dizeleri, tam da konumuza uygun.
“Güneşin ışığını anlatacak olanı arıyorum,
Güneş içime vuruyor.”
Güneşi anlatacak kişi ile güneşi arayan aynı kişidir. Bütün mesele, güneşe ev sahipliği yapmakta. Ya karanlığın sancısından ışığımızı doğuracak ve balığın sahibi olacağız yahut herkes gibi.