Aynı gökyüzünün altında
Doğanın, hayvanların başına ne gelirse…
İnsanların başına da o gelir.
Çünkü biz, birbirinden kopuk canlılar değiliz.
Aynı döngünün, aynı sistemin parçasıyız.
Bir orman yanarken sadece ağaçlar yanmaz;
bir kuşun kanadı, bir tilkinin yuvası, bir çiçeğin tomurcuğu,
ve sonra insanın vicdanı yanar.
Eğer hâlâ yanacak bir vicdan kalmışsa…
Bize hep “insan merkezli” bir hayat öğretildi.
Sanki bu dünya sadece bizimmiş gibi yaşadık.
Ağaçlar sadece gölge vermek için,
hayvanlar sadece eğlencemiz için,
doğal kaynaklar sonsuza dek bizimmiş gibi tükettik.
Ama doğa, unutmuyor.
Bir gün alıyor tüm hesabını—yangınla, susuzlukla, sessizlikle…
Son günlerde ülkenin dört bir yanından yükselen dumanları izlerken
sadece yanmış toprakları değil,
ihmalin, ilgisizliğin, umursamazlığın neye dönüştüğünü izliyoruz.
Suyun çekildiği, ormanın küle döndüğü,
hayvanların kaçacak yer bile bulamadığı bir ülke bu.
Ve sonra bir gün o duman bizim evimize de gelir.
O zehirli hava bizim ciğerimize de dolar.
Çünkü doğanın intikamı bireysel değil, kolektiftir.
Biz sandık ki doğaya hükmedebiliriz.
Oysa doğa, kendi yasalarıyla hükmeder.
Ve o yasalar çok nettir:
Denge bozulursa, bedel herkes tarafından ödenir.
Bu dünyada hiçbir canlı “fazlalık” değil.
Hiçbir su, “gereksiz” değil.
Hiçbir ağaç “önemsiz” değil.
Ve hiçbir canlının canı, “bizim konforumuzdan” daha değersiz değil.
Bu yüzden…
Bir ağacı korumak sadece çevrecilerin değil,
bir suyu israf etmemek sadece birkaç duyarlının değil,
bir sokak hayvanına mama vermek sadece merhametlilerin değil…
Hepimizin sorumluluğu.
Çünkü hayat sadece insanlara ait değildir.
Bu dünya bizim değil; biz onun misafiriyiz.
Ve kötü misafirliğin bedeli çok ağır olur.
Hayatın içindeyiz. Aynı gökyüzünün altında, aynı kaderdeyiz.
Ve eğer bugün hâlâ nefes alabiliyorsak…
bu sadece doğanın sabrındandır.
Ama unutma, hiçbir sabır sonsuz değildir.