Durup Dururken
Günlerdir yazamıyorum sevgili dostlar, bunun nedeni özel bir durum nedeniyle ruh halimin bozuk olmasındandır. Helaya giderken, heladan çıkarken, yemek yerken, serpme kahvaltı görüntülerini yayınlarken dişini kürdanla karıştıranlardan olmadığım için her özelimi yazmayı pek uygun bulmuyorum. Ama birkaç gün sonra sebebini özet olarak yazarım. Bugün durup dururken Atatürk geldi aklıma. Kendi kendime Atamızı illa ki 23 Nisanlarda, 30 Ağustoslarda, 29 Ekimlerde ve 10 Kasımlarda mı yazmak ya da anmak gerekir diye düşündüm. Son zamanlarda yaşadıklarımızı görünce Atamızı her gün ansak bile yeterli olamayacağı fikrine kapıldım. Bu nedenle yazımın başlığı durup dururken oldu.
Bazı Atatürk’ü sevmeyenlere göre teyide muhtaç olarak adlandırılsa da İngiliz Başbakanı Lloyd George’nin dediği bir sözü hatırladım. “Dünyaya birkaç yüz yılda bir dahi ancak gelir, o da bu yüzyılda Türklere geldi” diye hayıflanmıştır. Tüm dünyanın bir dahi olarak kabul ettiği ve saygı gösterdiği Atamıza bugün sövmek neredeyse takdire şayan bir durum haline getirilmeye çalışılmaktadır. Hele kendini tarihçi zanneden ve “Keşke İngilizler kazansaydı” diyebilen kendini bilmez bazı fesli tiplerin (umuyorum ki öbür tarafta ettiği küfürlerin hesabını veriyordur) ve bunun gibilerin Atatürk’e ettiği hakaretlerin hesabı ne yazık ki sorulamamıştır. Ama inancım gereği öbür tarafta pek de güzel soruluyordur.
Bunların yanı sıra Ali Galip’in ihaneti, Damat Ferit Paşa ve İskilipli Atıf hoca ve daha niceleri “İngiliz işbirlikçileri ve Atatürk düşmanları olarak” tarihteki karanlık ve lekeli yerlerini almışlardır. Ancak, bugün bunları kahraman yapmaya çalışan bazı zihniyetleri görünce insan artık pek de şaşırmıyor. Ne hikmetse moda oldu son zamanlarda Atatürk ve onun kahraman silah arkadaşları hakkında kötü konuşmak. Bu türler de tarihin şaşmaz yargıları içinde mutlaka yerlerini alacaklardır.
İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullar ve dövizdeki olağanüstü yükselişi ve enflasyon canavarının hortladığını görünce içimi büyük korkular sarmaya başladı. Muhalefete göre iktidar suçlu, iktidara göre ise bunları dış güçler ve dış mihraklar yapıyor. Bunların da ne olduğunu tarih yazacak ve her şey tarihin sahifeleri arasında yerini bulacaktır. Üniversitede öğrencilerime sigortacılığı anlatırken ya da muhtelif mahfillerdeki konferanslarımda sigorta sektöründen bahsederken “Sermaye piyasasını oluşturan ana faktörlerin Sigorta, Banka ve Menkul Değerler Borsası olduğunu ve bunların önemini anlatmaya çalışırdım. Burada benim neyin ne olduğunu bilmem sonucu değiştiremeyeceğinden ben yine Atamızla ilgili bir muhteşem olayı daha hatırlatmak istedim.
Lozan Görüşmeleri bir ara tıkanmış ve kesilmişti. 17 Şubat ve 4 Mart 1923 tarihleri arasında “İzmir İktisat Kongresi” yapıldı. Kazım Karabekir, Asım ve Fevzi Çakmak paşalar ile Rus büyükelçisi Aralof ve Azerbaycan büyükelçisi İbrahim Abilof’un katılımlarıyla başlayan bu kongre yeni Türkiye’nin İktisat politikasını belirlemek amacını taşıyordu. Her konuda ileriyi görebilen ve olağanüstü öngörülere sahip olan Atamız, yeni kurulmuş olan ülkemizi çağdaş seviyelere çekebilmek için mutlaka ekonomimizin birinci derecede önemli olduğunu düşünüyordu. Çünkü gelecekte ekonomisi güçlü olan ülkelerin ayakta durabileceğini ve tam bağımsızlığın buradan geçeceğini biliyordu. Eğitim seferberliği, ekonomideki seferberlik ve yapılan tüm devrimler daha güçlü ve tam bağımsız bir Türkiye içindi. Eğitimi ve ekonomisi yeterli olmayan ülkelerin yeniden şekillenmekte olan Dünya coğrafyasında pek uzun ömürlü olamayacağını daha ilk günden görebilen bir dahiydi.
Atatürk’ü sadece savaş alanında bir dahi komutan olarak görmekten vazgeçer de onun siyasi ve ekonomik olmak üzere tüm alanlarda ülkesini yüceltmek isteyen bir dahi olduğunu gerçek tarihçilerden öğrenirsek onu daha iyi anlamış oluruz. Üzülerek görüyorum ki tüm dünya bunu kabul etti de tarihi televizyon dizilerinden öğrenmeye çalışan insanlarımız kabul edemedi. Bu yüzden arada bir çatlak sesler çıkıyor. Ha, her ne kadar içimi bir korku sarıyor dediysem de bu sözüme ben de kızdım. Zira Türk ekonomisi ne badireler atlatmıştır ama hep ayağa kalkabilmiştir. Çünkü dünyayla entegre olmayı ve dünyada marka olmayı başarabilmiş büyük bir genç kuşağımız var. Onlara çok güveniyorum ve güvenmek gerektiğini de söylüyorum. Türk ulusu her zaman küllerinden yeniden doğmayı bilmiştir. Yeter ki birlik ve dirliğimizi koruyalım. Bir olalım, biz olalım ve el ele verelim, her zorluğu yenebileceğimize yürekten inanıyorum.
Çünkü muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.