Yorgun kalpler, dağınık zihinler ve hızlı tüketimçağı
İnsan, kendini anlamaya çalıştıkça fark eder ki; en büyük savaş, dışarıda değil, içeride verilendir.
Belki de tatmini yanlış yerlerde aradığımız için ki daha çok şeye sahip oldukça daha huzurlu, daha güvende ve daha dolu hissedeceğimizi sanıyoruz. Oysa dolmak değil, derinleşmek gerekiyor. Derinleşmeyen her şey yüzeyde kalır ve yüzeyde kalan insan, kök salamaz, derinleşemez.
Peki bugün derinleşmek neden bu kadar zor?
Çünkü çağımız, hızlı tüketim kültürünün çağı.
Yalnızca eşyaları değil; ilişkileri, duyguları, hatta düşünceleri bile hızla tüketiyoruz. Anlamın kendisi bile bir “trend” haline geldi. Bir gün mindfulness konuşuyoruz, ertesi gün başka bir kişisel gelişim tekniğine sarılıyoruz. Her şey geçici, her şey anlık. Kalıcılığın yerini anlık doyum aldı.Hızlı tüketim, sadece ekonomik bir model değil; bir yaşam biçimi. Giydiğimiz kıyafetten okuduğumuz kitaba, dinlediğimiz müzikten kurduğumuz ilişkilere kadar her şey hızlı ve geçici. Artık bağ kurmaya değil, deneyim toplamaya odaklanıyoruz. Bir kahve içmek bile bir anlam arayışından çok, sosyal medyada paylaşılacak bir görüntüye dönüşüyor.
Peki ya zihinlerimiz?
Binlerce düşünceyle doluyuz, ama hiçbirine tutunamıyoruz. Her şeyi kavramaya çalışırken hiçbir şeyi gerçekten kavrayamıyoruz. Kavrayamamak insana tuhaf bir boşluk hissettirir. O boşluğu dolduramadıkça hüsran gelir; çünkü dağınık zihinler hep eksik kalır. Hızlı tüketim kültürü, zihnimizi de yüzeysel hale getirdi. Derin düşünmek yorucu, sabır gerektiriyor; oysa biz hız istiyoruz. Oysa kök salmak, sadece bir yerde durmak değildir; bir anlamın içinde yerleşmektir. Bir ağacın kökleri toprağa nasıl sabırla iniyorsa, insanın da sabırla derinleşmesi gerekir. Ama biz, kökler yerine sürekli dallarda yaşıyoruz. Bağ kurmak zor geliyor; çünkü bağ kurmak emek ister, vakit ister.
O yüzden köksüzlük, çağımızın en derin yarasıdır. Köklerimizden koparıldıkça, hızla değişen dünyada bir yerlere tutunamıyoruz. Ve biz, sürekli koşuyoruz; tatmin arayışıyla, odaklanmadan, kavrayamadan, anlamadan ve anlaşamadan.Biraz durup nefeslenince fark ediyoruz ki; gerçek tatmin çok şeye sahip olmakta değil, az şeyle derin bağ kurabilmekte.
Evet, zaman zaman hüsran yaşayacağız. Çünkü anlam kolay gelmez, odaklanmak sabır ister. Ama insanı sürekli yolda tutan umudu var: Bir gün köklerimizi bulduğumuzda, yorgun kalplerimiz dinlenecek, dağınık zihinlerimiz berraklaşacaktır. Belki de mutluluk, kavrayamadığımızı kavramaya çalışmaktan değil; hayatı olduğu gibi kabul edip, onunla kök salmaktan geçiyor.
Ve belki de en önemlisi şudur: Hızlı tüketim çağında yavaşlamak, derinleşmek, sabretmek; bir direniştir.
Çünkü her şeyin hızla tüketildiği bir dünyada anlam, hızda değil, derinlikte gizlidir.