YANAN SADECE AĞAÇ DEĞİL, VİCDANDIR
Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde çıkan ve maalesef hâlâ devam eden orman yangınları hepimizi derinden sarstı.
Çanakkale, Antalya, İzmir, Mersin, Muğla, Hatay, Karabük (…) derken, dün Bursa’da da ormanlık alanlarda yangınlar başladı.
Alevler yükseldi, duman göğe savruldu ama yangın sadece ormanları değil, vicdanlarımızı da sardı.
Çünkü yangın orman da çıkar ama asıl yürekleri yakar.
Yanan sadece ağaçlar değildir.
Toprak yanar, kuşların yuvası, ceylanların izi, arıların uğultusu susar.
Gölgemizi, nefesimizi, suyumuzu, geleceğimizi kaybederiz.
Bir denge, bir düzen, bir hayat sessizce kül olur.
Biz çoğu zaman yalnızca dumanı görürüz.
Ama o dumanın karası, insanın içine çöker.
Çünkü yanan; sadece doğa değil, insanın kalbidir.
Ve tam da böyle zamanlarda, insanın yüreğinde bir kıssa canlanır:
Nemrut’un Ateşi ve Serçenin Cesareti
Hz. İbrahim Peygamber(as), Nemrut tarafından dev bir ateşe atılmak istenir.
Odunlar yığılır, alevler yükselir.
İşte tam o sırada, küçücük bir serçe belirir.
Gagasında bir damla suyla ateşe doğru uçmaktadır.
Ona sorarlar:
“Bir damla suyla bu koskoca ateşi mi söndüreceksin?”
Serçe cevap verir:
“Biliyorum ki su yeterli değil. Ama tarafım belli olsun istedim.”
İşte bu hikâyede gizlidir insan olmanın özü.
Elimizden ne geliyorsa, az ya da çok, onu yapmak…
Yangına karşı bir damla su taşımak,
Hiç değilse tarafını belli etmektir.
Bugün bizler de o serçe gibi olmalıyız.
Ormanlar, ağaçlar, nice canlılar yanarken öylece susmak, beklemek vicdana sığmaz.
Bugünün nemrutları ormanlarımızı, canlarımızı yakmak istese de serçe kuşunun Hz. İbrahim’in yanmasına razı gelemediği, izin vermediği gibi biz de izin vermemeliyiz.
Yangın sadece bir doğal afet değil, aynı zamanda bir insanlık sınavıdır.
Sessiz kalanlar, seyredenler de bu yangında pay sahibidir.
Ve eğer bu yangınlar bile isteye, kasten çıkarılıyorsa, biz o vicdansızlıklara karşı vicdanlı duruşumuzu daha da sağlam tutmalıyız.
Sessiz kalmamalı, doğruyu savunmaktan, doğayı korumaktan geri durmamalıyız.
Çünkü kötülüğe karşı susmak da bir tür iştirake dönüşebilir.
Türkiye farklı illerde alevlerle boğuşurken,
aynı felaket dünyanın da dört bir yanını sarmış durumda:
Yunanistan, Kanada, Abd, Avustralya, İtalya…
Doğa yanıyor, dünya ağlıyor. Birileri izliyor!
Bu yangınlar bize yalnızca fiziksel kayıpları değil,
aynı zamanda bir gerçeği daha hatırlatıyor:
İhmalkârlığın, dikkatsizliğin, duyarsızlığın, vatana hainliğin bedeli büyüktür.
Küçük bir kıvılcım, büyük bir felakete dönüşebilir.
Ateşe Karşı Sorumluluk
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Ateşi söndürmeden uyumayın.”
Bu uyarı, sadece ev içindeki yangınlara değil,
bugün bizim karşı karşıya olduğumuz çevresel tehditlere de ışık tutmaktadır.
Uyku bir nevi küçük ölümdür.
Ateş ise kontrolden çıktığında gerçek bir yıkıma dönüşür.
İşte bu yüzden, Peygamberimiz ateşi “düşman” gibi tarif etmiştir.
Çünkü cana ve mala en büyük zararı veren, dikkate alınmayan bir kıvılcımdır.
Tedbir almak, farkında olmak, uyarmak ve önlemek bir inananın görevidir.
Peki Ne Yapmalıyız?
– Önce bilinçli olmalı.
– Doğaya saygılı, çevreye duyarlı davranmalı.
– Küçük ihmallerin büyük felaketlere yol açabileceğini unutmamalı.
– Ateşi kontrolsüz bırakmamalı, cam kırıklarını doğaya atmamalı, sigara izmaritini düşüncesizce yere atmamalı.
– Dua etmeli, ama aynı zaman da çaba göstermeli.
–Küresel oyunlara karşılı tedbirli olunmalı.
Çünkü bu vatan cennet gibi bir yerdir.
Ama cenneti korumak, onu cennet yapan ormanlara sahip çıkmakla mümkündür.
Unutmayalım:
Yanan sadece ağaç değildir…
Toprak, su, hayat, umut…
Ve en çok da insanın içindeki vicdan yanar…