Dolar 42,9027
Euro 50,5598
Altın 6.252,42
BİST 11.294,37
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 4°C
Karla Karışık Yağmurlu
Bursa
4°C
Karla Karışık Yağmurlu
Paz 7°C
Pts 5°C
Sal 12°C
Çar 3°C

4 ayrı kimlik 4 ayrı kitap

4 ayrı kimlik 4 ayrı kitap
28 Aralık 2025 12:10
9
A+
A-

Hemşirelik, sosyoloji ve eğitim ile uğraşırken kendini bir anda yazım dünyasında bulan Sakine Kızılırmak, kaleme aldığı 4 ayrı kitap ile yazarlığın diğer üç mesleki kimliğinin kesişim noktası olduğunu ortaya çıkardı.

“Ben yazar ve hemşireyim, eğitimci ve sosyoloğum.” diyen ve okurlarına “Kimsenin sizi tanımlamasına izin vermeyin. Siz kendi tanımınızı yeniden oluşturun.” önerisinde bulunan Kızılırmak ile hem yazarlık hem de yazın dünyasını şekillendiren hemşirelik, sosyoloji ve eğitim alanları ile ilgili söyleşi gerçekleştirdik. Sorularımıza içtenlikle yanıt veren Sakine Kızılırmak, yazarlık ve aktif bir şekilde yaptığı mesleklere ilişkin şunları aktardı:

Sakine Hanım merhaba. Sizi tanımlarken hangi unvanla başlamalıyım? Hemşirelik, sosyolog, eğitimci, yazar… Hangisi sizi en iyi anlatır?

Yazarlık kalan üç meslek kimliğimin kesişim noktası. Çünkü hemşirelikte hastaların ve hasta kişilerin hikâyesi, eğitimciyken ailelerin ve öğrencilerin hikâyesi, sosyologken toplumların hikâyesi var. Ben bunları gözlemleyip yazan kişiyim. İyi hikâyelerin okuyanların üzerinde dönüştürücü bir etkisi olduğuna inanıyorum. Beni yazmaya iten ilk şey hastalarımın hikâyeleri oldu mesela. Nehir gibi düşünebiliriz; ana yatağı yazarlık, diğer mesleklerim onu besleyen kollarını oluşturuyor.

Bildiğim kadarıyla hâlâ aktif olarak onkoloji hastanesinde çalışıyorsunuz? Zorlayıcı bir işiniz var. Bir yandan da eğlenceli, öğretici çocuk kitapları yazıyorsunuz. Bu iki dünya nasıl kesişiyor?

Annelik aracılığıyla kesişiyor. Yıllardır kütüphanemin en alt rafında sakladığım, gün yüzüne çıkmamış masallar, şiirler vardı. Pandemi döneminde kızım 3. sınıftaydı ve evde çok sıkılıyordu. Sınıf arkadaşıyla şiirler yazmışlar, bana gösterdi; “Bunları kitap yapabilir miyiz?” diye sordu. Ben de eğer kişi başı 25 şiir yazarlarsa olur dedim. Üç gün sonra elinde bir sürü şiirle karşımda duruyordu. O şiirleri kitap hâline dönüştürmek için epey araştırdım, uğraştım. Şiir kitabının düzenlemesini yaptım. Kızım ve arkadaşı kapak resimlerini çizdi, arka kapak yazısını beraber yazdık ve Kapımı Çaldı Şiirler isimli ilk şiir kitapları çıktı. Bu bende bir ışık yaktı. Profesyonel yazmayı bilmediğim için hikâye yazma kurslarına katıldım. Böylece yazarlık maceram başlamış oldu. Çocuk kitabı yazma fikri de kızımın ihtiyaçlarından, hayata bakış açısından doğdu. Şiir kitabımda ki bir şiirimde “Çocukluğumdan Çocukluğuna Sevgilerimle” bunu anlatıyor. Kızıma annelik yaparken fark etmeden kendi içimde sessiz sedasız duran yazar yanıma da annelik yaptım. Kızımın yolunu açarken, onun da yolunu açtım. İki çocuk büyüttüm aslında: biri dışımda, biri içimde.

İlk kitabınız Suna’nın Şarkısı isimli bir roman ve onkoloji hastanesinde çalışan yirmili yaşlarda bir hemşireyi anlatıyor. Sizin hikâyeniz mi?

Bu hep sorulan bir soru. Hayır, ben değilim. Kurgu oluştururken gerçek hikâyelerden, kişilerden faydalandım ama kurgu tamamen anlatmak istediğim konu üzerinden şekillendi. Evet ben orada genç birinin onkoloji hastanesinde hemşire olarak çalışmaya başlamasıyla yaşadıklarını konu aldım. Kişileri, olayları yazarken kendi yaşadıklarımdan da esinlendim ama oradaki Suna tek bir kişi veya tek bir hemşire değil. Birçok hemşirenin ortak yaşadıklarını bir karakterde topladım diyebiliriz.

Kitapta dikkat çeken masallar var. Hepsi sizin yazdığınız masallar mı? Yoksa bir yerden mi duydunuz?

Benim yazdığım masallar. Bazısı en az yirmi yıllık. Tozlanmaya, unutulmaya yüz tutmuş masallarım Suna’nın Şarkısı kitabı sayesinde gün yüzüne çıktı. Mesela zor bir nöbet geçirmişim; nöbet sonrası uyuyup uyandıktan sonra birinden dinler gibi yazdığım masallar. Kitapta da bu masalları Mum Hala isimli hayali bir karakter anlatıyor. Şimdi bakınca daha net görüyorum: Masallar, şiirler benim kendimi şifalandırma, yaşamımı anlamlandırma şeklimmiş. Bir eğitimde yazar hocamız bana “Sende zaten yazar hamuru varmış.” demişti. Daha önce kimse bana sen yazar olabilirsin demedi, hemşire olacaksın dedi . Ben de hemşirelik mesleğini sevdim, insanlara yardım edebilmek , bana kendimi iyi hissettirdi. Uzunca bir süre kendimi hep hemşirelik üzerinden tanımladım. İçimdeki yazar tarafım sessizdi.
Ben masallarımı çok seviyorum, Küçük Kalpli İnsanlar, Açılmamış Kurşun Kalemler Dağı, Baloncuklar Ülkesi gibi, her bir masalı okuduğumda içimde bir şeyler canlanıyor, ruhuma iyi geliyor.

“Eyvah Pırtım Konuştu”, “Sayıların Efendisi” gibi çocuk kitaplarınızın fikirleri nereden doğdu?

Hemşire olduğum için sağlıkla alakalı bir çocuk kitabı çıkarabilir miyim diye düşündüm. Doktor arkadaşım Deniz Hanım’la bu konularda konuşurken acaba pırtımız konuşsa ne söylerdi diye düşündük. Çocukların pırtları konuşsa ne kadar eğlenirdi, dedik. Eyvah Pırtım Konuşuyor çocuk kitabının fikri oradan doğdu.
Sayıların Efendisi kitap fikri kızımla matematik öğretmeninin sıra dışı ilişkisinden doğdu. Bilgen öğretmen, kızıma matematiği çok eğlenceli bir şekilde, felsefesiyle beraber anlattı. Aslında genellikle korkulan bir ders olan matematik, onların arasında güçlü bir bağa dönüştü. İlk başta Sayıların Efendisi bir sayfalık masaldı. Sonra kurgu oluşturduk, hikâye haritası çıkardık. Bir çocuk romanına dönüştü.

Bir de Sen Şimdi Git isminde şiir kitabınız var. Nasıl bu kadar farklı alanlarda kitaplarınız oldu?

Kendimi bildim bileli şiir yazarım ama şiir kitabı çıkarma düşüncem yoktu. Masallar gibi şiirler de benim kendimi şifalandırma yollarımdan birisi. Yine masallar gibi bazı şiirler de doğrudan bir akışla geliyor. Yani oturuyorum ve yazıyorum; biri söylüyor da ben kaleme alıyormuşum gibi. Uluslararası bir şiir etkinliğine katılma fırsatım oldu, orada “Sonbahar Endişesi” şiirimi okudum. Etkinlik sona erince İspanyol şair bir hanımefendi yanıma geldi ve şiirimin duygusunun çok güçlü olduğunu, şiir yazmaya devam etmemi söyledi. O zaman “Neden benim bir şiir kitabım yok?” diye düşündüm ve tüm ajandalarımı çıkardım. Şiirlerimi derledim, düzenledim ve şiir kitabımı yayımladım.

Zamanınızı nasıl planlıyorsunuz? Nöbetten çıkıp kitap yazmaya nasıl geçebiliyorsunuz?

Yazmak, yazar olarak anılmak, çok okunan, beğenilen, insanlara iyi gelen kitaplar yazmak; şifalandığım masallarla, hikâyelerle, şiirlerle insanları şifalandırmak benim hayalim. Son iki yıldır şöyle bir disiplinim var: Her gün istisnasız bu hayal için oturup yazıyorum. Genelde 1 saat olarak planlıyorum ama hayat ve nöbet her zaman planlandığı gibi gitmiyor. Öyle zamanlarda on dakika bile olsa oturup yazıyorum. Hayallerime ulaşmak için o on dakika ayırabilmeliyim. Kendimce oluşturduğum bu rutin, tüm hengâmenin ortasında on dakikalığına bile olsa kendimi yazar olarak hissetmemi sağlıyor. Hayallerimi hatırlatıyor, iyi geliyor.

Hemşirelik iletişim yeteneği gerektiren, sosyal yönü olan bir meslek. Yazarlık da yaratım sürecinde insanın tek başına kalmasını gerektiren bir meslek. İkisini bir arada yürütmek sizi nasıl etkiliyor? Bir bölünmeye sebep olmuyor mu?

Ben bunu bir bölünme değil de tamamlanma olarak görüyorum. Ne hemşireliğin gerektirdiği sosyal iletişim ne de yazarken ihtiyaç duyduğum yalnızlık beni zorluyor. İkisine de ihtiyaç duyuyorum, ikisi de benim.

Son olarak hemşire, eğitimci, sosyolog, yazar kimliklerini kuşanan biri olarak emek yoğunluklu çalışan gençlere, özellikle de “Ben de hem aktif olarak çalışıp hem de sanatsal alanda üretmek istiyorum.” diyenlere ne söylersiniz?

Benim gücüm kendimi olduğum gibi kabul ettiğim zaman ortaya çıktı. Kendimi “o veya bu” diye seçmiyorum. Ben hastalarını seven bir hemşireyim, öğrencileriyle çok eğlenen, öğreten ve öğrenen bir öğretmenim, toplumu gözlemleyen, üzerine düşünen bir sosyoloğum ve burada bir meslek olarak geçmese de anneyim. Bu, benim gücümün ve yazarlığımın temel taşlarını oluşturuyor. Bence gençler de kendilerini “o veya bu” diye adlandırmadan önce, kendilerine dönüp bakmalılar ve kendilerince tanımalılar. Başkalarının bölünmüşlük olarak gördüğü sizin bütünlüğünüz, başkalarının zayıflık olarak düşündüğü şey sizin gücünüz olabilir. Bana çoğu kez “Hemşirelik ve yazarlık ne alaka?” diye soruyorlar. Dışarıdan öyle görünüyor olabilir, hatta hemşirelik yapanların büyük çoğunluğu için bu görüş doğru da olabilir ama benim için değil. Ben yazar ve hemşireyim, eğitimci ve sosyoloğum. Kendinizi tanıyın, kimsenin sizi tanımlamasına izin vermeyin. Siz kendi tanımınızı yeniden oluşturun.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.